Bugün yeryüzünde varlığını sürdüren her toplumun arkasında bir söylence vardır. Türklerin Ergenekon’u, Almanların Nibelunga’sı, İngilizlerin Beowulf’u, Pers toplulukların Newroz’u; ya da İslam, Yahudi ve Hıristiyanların dini söylencelerini düşünün…
Bu söylenceler bazen bir ulus yaratmıştır ve bazen de inanç topluluklarının hayat felsefelerini, onların gelenek ve göreneklerinin yeniden kendini üretmesine kaynaklık etmiştir.
Anadolu’nun en eski inançlarından biri olan Aleviliğin ve Dersimlilerin de yaradılış hikâyeleri var. Ama onları konuşmak hâlâ büyük bir tabu. Çünkü, birazdan anlatacağım gibi onları var eden bu yaradılış hikâyeleri, geleneksel İslam algısıyla kendini ayrıştırdığı için epeyce belalıdır.
Aslında Aleviler söz konusu olunca Erdoğan’ı böyle hop oturtup hop kaldıran da ‘yasaklı’ bir Alevi inanışıdır. Eskiden Alevilerin ocak geleneği içinde kulaktan kulağa aktardıkları bu mitolojik söylence, hem onların İslam’la kurduğu tehlikeli ilişkiyi açıklar ve hem de neden Alevilerin hâlâ Türkiye’de kimlik olmaya korktuklarını anlamamıza yardımcı olur diye düşünüyorum. Binlerce yıldır geleneksel İslam’a teslim olmadan varlıklarını sürdüren Alevilerin bu mitlerini bilmeden onları anlamak da zordur. Gerçi inanç topluluklarını, Şerif Mardin’in, deyimiyle söylersek onları bir arada tutan tutkal, bir bulut gibidir.
O buluta girip çıkmamak da mümkündür. Sahiden de inanç ve etnik toplulukların söylenceleri onların ruhsal dünyalarının sisidir. Edebiyat açısından ele alırsak gizemli ve masalımsı bir yanları vardır. Roman da bizzat söylence geleneğinden gelmiştir. Onun izlerini taşır.
Sık sık duyarsınız, Aleviler güç getiremediği kişi için, “onu Ulu Divan’a havale ediyorum” derler. İşte Aleviler Hz. Muhammed’i Ulu Divan’a havale eder ve orada İslam Peygamberi ile hesaplarını görürler. Diğer bir ifadeyle onu bir şekilde orada hak yoluna getirip kendi inançlarına “dahil” ettiklerini düşünürler.
Alevilerin, bizim Muhammedimiz ayrıdır derken, arşta Ulu Divan huzuruna çıkmış ve bu dünyada kendisine verilmiş bütün unvanlarından arındırılmış ve fakir bir kula çevrilmiş bir Muhammed’dir.
Gerçi gizli Alevi söylencelerinde, bunun öncesi de vardır ya. Bu on sekiz bin divanelikte neler olur, Muhammediye orduları döneminde semah neden durur ve Muhammed Ulu Divan huzuruna çıktıktan sonra kırklar semahı nasıl yeniden kanatlanıp uçar, hepsi başlı başına ayrı söylencelerdir…
Muhammed Ulu Divan’da Erenlerin Huzurunda!
Alevilere göre, Muhammed öldükten sonra arşa çıkar. Orada yapayalnızdır. Sağında solunda kılıçlı orduları yoktur, ancak Peygamberlik mührü olan yüzük parmağındadır. İşte efsane önce o yüzüğü Muhammed’in parmağından alarak başlar işe.
Nasıl mı?
Öldükten sonra arşa çıkmış ve böyle çıplak bir halde göklerin derinliklerinde giden Muhammed’in karşısına birden kükreyen bir aslan çıkar. Muhammed arkasını döner ve kaçar. Kendine geldikten sonra şöyle der:
“Ey vah, şimdi benim amcaoğlu Ali burada olacaktı da, bu aslana gösterecekti…”
O esnada gaipten bir ses gelir, “Ey Muhammed geri dön” der.
Muhammed, “Nasıl döneyim, görmüyor musun kızgın bir aslan var yolumun üzerinde…”
Gaipteki o ses, “Sen dön” der. “Dön parmağındaki yüzüğü çıkar aslanın ağzına at, o zaman geçer gidersin.”
Muhammed geri döner ve kükreyerek kendisine saldırmaya hazırlanan aslanın ağzına peygamberlik mührü olan yüzüğü çıkarır atar. Atar atmaz da aslan bir koyun kadar uysal olur.
Bu aslanı geçen Muhammed’in yolu dört kapılı, tek katlı bir hana çıkar. Hanın içinden sesler gelmektedir, Muhammed şaşar kalır, der bu han neyin nesi, içeriden gelen bu sesler ne ola ve kapılardan birine “tak!” “tak!” “tak!” diye vurur. İçeriden, “Kim o?” derler. Muhammed, “Ben yeryüzündeki Allah’ın vekili Hz. Muhammed” der.
İçerdekiler onu şöyle cevaplarlar: “Biz öyle birini hiç duymadık.” Muhammed büyük bir üzüntü içinde geri döner. (Tabii bu hikâyeyi köylerde yaşlı Alevilerin dilinden anlatmak güzel olurdu ya! Gazete yazısına yetecek kadar olsun!) Bu üzüntü içinde geri dönen Muhammed’e gaipten gelen o ses yeniden seslenir, “Ey Muhammed geri dön, diğer kapıyı vur?”
Muhammed geri döner, ikinci kapıya gider, “tak!” “tak!” diye vurur. İçerideki ses gene sorar, “Kim o?”
Muhammed, “Ben Müslümanların peygamberi Hz. Muhammed” der.
İçerdeki ses, “Senin peygamberliğin senin cemaatinde geçer” der.
İkinci kez de geri döner ve gaipten gelen o ses, onu üçüncü kapıya gönderir, Muhammed bu kapıda da kendini peygamberlik sıfatlarından biriyle tanıtır, ne yazık ki o kapı da açılmaz ve artık umudu kesmiş geri dönmüşken gaipten gelen o ses ona şunu söyler:
“Ey Muhammed geri dön, de ben fakir bir kul Muhammed bin Abdullah al Talip!”
Muhammed o zaman gaipten gelen bu sesle şöyle konuşur:
“Allah’ın Resulüyüm dedim açmadılar, Müslümanların peygamberiyim dedim açmadılar, fukara birine nasıl açarlar?”
“Sen dön” der bu ses. Ve Muhammed geri döner. Kapıyı vurur.
“Ben fakir bir kul” der. Kapı açılır ve Muhammed içeri girer. İçerde halka olmuş, hasbelkader eden insanlar vardır. Yani Alevilerin ‘Kamil’ insan dedikleri Ulu Divan erenleri.
Muhammed sorar, “Siz kimsiniz, neden sizi hiç duymadım?” Onu şöyle cevaplarlar, “Biz kırk kişiyiz kırkımız da biriz.” Sayar, otuz dokuz kişi çıkar…
“Ya kırkıncı kişiniz nerede?”
“Her gün biri bize lokma toplamaya gider, Salman-i Farsi’nin sırası bugün. Biz seni o sandık” derler.
Muhammed, “Yani siz şimdi kırk kişi kırkınız da bir misiniz?”
“Evet” derler.
“Birinizin bir yeri acıyınca hepiniz o acıyı duyar mısınız?”
“Duyarız” derler.
“Birinizin bir yeri kanasa, sizin de kanar mı?”
“Kanar” derler.
“Şimdi ben birinizin bileğini kessem, hepinizin bileği kanar mı?”
“Evet” derler. Böyle bir şeyin mümkün olmayacağını düşünür ve bunu denemek ister. Birinin bileğini keser, kırkının bileği kanar, sarar hepsinin kanı kesilir.
Bunun üzerine Muhammed, “Ben Allah’ın resulü sanırdım kendimi, İnsanlara hakkaniyeti göstermeye çalıştım ama böyle bir şey görmedim. Madem sizde bu birlik var; hepiniz bir, biriniz hepinizsiniz. Beni de içinize alın?”
Bunun üzerine, ona şunu derler:
“Aramıza katılabilmen için, bir şartımız var.”
“Nedir o?”
“Hakkaniyeti göstermen lazım” derler.
Muhammed, “Bunu nasıl gösterebilirim ki?”
Bir tasın içinde tek bir üzüm tanesi uzatırlar kendisine ve şöyle derler:
“Bize katılmak istiyorsan, bu üzüm tanesini kırk eşit parçaya bölüp aramızda pay etmen lazım. Eğer onu kırk parçaya böler ve eşit bir şekilde pay edersen, sen de kırklara karışırsın.” Yani Ulu-Divan sorgusu dedikleri sınava tabii tutarlar.
Alevilerin en köklü inanış söylencesi olan bu anlatı, gizli bir Alevi mitidir. Kuşaktan kuşağa aktarılmıştır. Ancak burada bitmez.
Bu üzüm tanesini kırka bölemez ve Ulu Divan Muhammed’i dışarı atarken, gaipteki o ses yardımına gelir ve ona şöyle der:
“Ey Muhammed, demini al onun.” Yani üzümü ez ve çıkan şırasına parmağını batır ve ıslanan parmağını kırkların anlına vur.
Alevilerin İslam’la ilişkisini anlatan bu hikâye bin yıldan fazladır Alevilerin kaderini belirlemektedir. Onlara ölümden ölüm seçtirmiştir. Bu bir çıkmaz. Değil Aleviler, dünyanın öbür ucunda Batılı bir aydın dahi Muhammed’e dokunamazken, onu sorguya çeken, fakir bir kul edip kendi yaşam felsefelerine dahil eden bir topluluğu İslam duygusallığı ne yazık ki kabul etmemiştir. Oysa bu da bir inanış, üstelik bir tür metaforik özeleştiri olarak görülebilir.
Bunun için Erdoğan’ın Almanya Alisiz Aleviliğe izin veriyor tepkisini gereğinden fazla ciddiye alın derim.
Çünkü Erdoğan’ın Muhammed’inin elinde kılıç vardır ve otuz erkeğin cinsel gücüne sahiptir. Erdoğan fazlasıyla hissi bir lider, Ayasofya’nın görüntüsüne dahi tahammül etmeyen bir hissiyatı temsil ediyor, binlerce kiliseye minareler takmış, eski uygarlıklara ait yüzbinlerce heykel kalıntısını putperestlik diye yok etmiş bir geleneğin temsilcisi. Diğer dinlerden kurtulmuşken, Alevilik bu tehlikeli söylenceleriyle din olma yolunda. Korkunç bir geleceği haber veriyor Batı Avrupa’da resmi din olamaya doğru giden Alevilik.
Muhammed’in Ulu Divan’daki hikâyesi burada bitmez. Ulu Divan’da Muhammed’e ne olur, Alevilerin boyunlarına astıkları kılıç neyin nesi, onun söylencesi nasıldır, Ali nasıl dahil olur bu mitolojiye anlatacağım. Ama yolunuza bir Alevi dedesi çıkarsa, yanına yanaşın ve şöyle deyin, “Dede bize Muhammed’in kırklara karışma hikâyesini bi anlat dinleyelim.” Dinlerken içiniz güler, sonra garip bir keder alır! Yerim bitti.
Bugün 4 Mayıs Dersim Tertelesi’nin yıl dönümü, yani bu söylenceye inanmış bir memleketin acı kader günü! Din ve ulus için insan öldürülmese, söylenceler sadece edebiyatta kalsa ne kadar güzel olurdu. İnanmak da güzeldir elbet. Kim ne der, masal der masal, güzel bir masal…
***
Alevilerin İslam’la ilişkisini anlatan bu hikâye bin yıldan fazladır Alevilerin kaderini belirlemektedir. Onlara ölümden ölüm seçtirmiştir. Bu bir çıkmaz. Değil Aleviler, dünyanın öbür ucunda Batılı bir aydın dahi Muhammed’e dokunamazken, onu sorguya çeken, fakir bir kul edip kendi yaşam felsefelerine dahil eden bir topluluğu İslam duygusallığı ne yazık ki kabul etmemiştir. Oysa bu da bir inanış, üstelik bir tür metaforik özeleştiri olarak görülebilir.
Bunun için Erdoğan’ın Almanya Alisiz Aleviliğe izin veriyor tepkisini gereğinden fazla ciddiye alın derim.
Çünkü Erdoğan’ın Muhammed’inin elinde kılıç vardır ve otuz erkeğin cinsel gücüne sahiptir. Erdoğan fazlasıyla hissi bir lider, Ayasofya’nın görüntüsüne dahi tahammül etmeyen bir hissiyatı temsil ediyor, binlerce kiliseye minareler takmış, eski uygarlıklara ait yüzbinlerce heykel kalıntısını putperestlik diye yok etmiş bir geleneğin temsilcisi.
birgün