Okumaktan murat ne
Kişi Hak’kı bilmektir
Çün okudun bilmezsin
Ha bir kuru emektir (Yunus Emre)
Yeni eğitim yılının başlamasıyla birlikte Aleviler içinde “zorunlu din dersleri” tartışması da yeni bir boyut kazanarak gündemdeki yerini aldı. PSAKD, AKD ve HBVAK Vakfı’nın çağrısıyla Alevi kurumları kutsal mekanlarından Ankara’ya uzanacak bir yürüyüşe geçti. 12 Ekim’de Ankara’da büyük bir miting ile taleplerini kamuoyuyla paylaşacak olan Alevilerin Düzgün Baba’ya niyaz ederek giriştikleri bu yolculuğa AİHM’den de bir destek geldi.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi zorunlu din dersleri uygulamasını, insan hakları açısından ihlal olduğuna ve eğitim müfredatının Türkiye’nin iddia ettiği gibi etik bir içerikte olmadığına hükmetti ve gerekli önlemlerin alınarak eğitimde yeni düzenlemeler yapılmasına karar verdi.
“Mahkememiz, Türk eğitim sisteminin, din eğitimi konusunda, ailelerin inançlarına saygı gösterecek uygun metotları halen yürürlüğe koymadığını tespit etmiştir. 1 No’lu Protokol’ün 2. maddesi ihlal edilmiştir” denilen AİHM kararında ayrıca “öğrencilerin, anne ve babalarının dini ya da felsefi görüşlerini açıklamadan din ve ahlak derslerinden muaf olabilecekleri bir sistem sunmalıdır” denmiştir.
Aleviler lehine daha önce de benzer -Hasan Zengin davası gibi- kararlar almış olan AİHM’in bu kararının Türkiye’de ne kadar hayat bulacağı tartışmalı bir durum arz etmektedir. Türkiye bu yönde alınmış mahkeme kararlarına karşı yıllardır uygulamamak için direnmektedir. Alevi kuruluşlarını geçmiş dönemde yaptıkları mitinglerin talepleri arasında “AİHM’nin vermiş olduğu kararların uygulanması” da vardı ki bugüne kadar uygulanmadı. Başbakan Davutoğlu’nun konuyla ilgili yapmış olduğu açıklama AİHM kararın uygulanmayacağını ve karara Türkiye’nin direnç göstereceğinin işaretlerini vermektedir.
Klasik algı yöntemine başvuran ve olayı çarpıtan Sayın Davutoğlu bildik Kemalist söylemin de arkasına sığınıyor. Dinin ve dini eğitimin kontrol edilmesi gerektiğini, eğer bu yapılmazsa sonuçlarının diğer Ortadoğu ülkelerinde görüldüğü gibi sapmalara yol açacağına atıfta bulunuyor. Din eğitimin devlet kontrolünde olmasının önemli olduğunu söylüyor. Avrupa’da öğrencilerin Kiliselere götürülmesine atıfta bulunuyor.
Başbakan Davutoğlu çok iyi biliyor ki; zorunlu din dersleri gayri Müslimleri ve Alevileri hedef alan bir uygulama olmaktadır. Büyük çoğunluğu Müslüman olan Türkiye’de dini eğitim okullarda değil, camilerde ve sayıları yüz binleri aşmış olan kuran kursları aracılığıyla yapılmaktadır. İsteyen herkes bu kurslara gidebilmekte, aile ve cemaatler aracılığıyla dini eğitimlerini tamamlayabilmektedirler. Geriye bu eğitimlere katılmayan, camiye gitmeyen kesimler kalmaktadır. Bu kesimlere de okullar ve eğitim gerekçe gösterilerek zorla Türk-İslamcı bir asimilasyon dayatılmaktadır. Zorunlu din dersi Türkiye’de Türk-İslam sentezinin ideolojik temsili olmaktadır. Din eğitiminden ziyade cumhuriyetin kuruluşunda esas alınan Türk-İslam örgütlenmesinin parçası olarak işletilmektedir.
Aleviler din eğitimine karşı bir duruş içinde değildirler. Zorunlu din derslerine karşı oluşu, dini eğitime karşı, din düşmanları gibi sunmaya çalışan çevrelerin olması ve iktidarın olayı böyle yansıtmaya çalışması yaptıklarını gizlemek istemesindendir. Aksine Alevilerin kendi inançlarını öğrenmek ve öğretmek gibi talepleri vardır. Avrupa’da örnekleri olduğu gibi İslam derslerinin yanında Alevilik dersleri vardır. Aleviler çocuklarını kendi inançlarının gereklerini öğrensinler diye bu derslere göndermektedir.
Karşı olunan, tam da Sayın Başbakan’ın söylediği devletin dini kontrol altına alması ve kendince yönetmesine itirazdır. Devletin inançları tanımlamasına ve idare eder, müdahale eder pozisyonda tutmak istemesinedir. İslam’ın devlet eliyle Türk ırkçılığına kurban edilmesinedir. Diğer inançlara düşman edilerek, tüm kesimleri bir birine düşürmek üzerinden siyaset yapmayı kolaylaştırıcı duruma karşı bir koyuştur. Zorunlu din derslerine karşı duruş, dine karşı bir tavır değil, özgürlüklere yönelik bir çaba ve mücadeledir.
Din dersleri bütün dünyada iki şekilde verilmektedir. Birincisi dinler tarihi de diyebileceğimiz, tüm inançların tarihsel ve temel algılarının işlendiği etik derslerdir. Bu dersler ve ders kitapları tarihçilerin katkıları ile modern dünyanın tarih anlayışı ile hazırlanır. Dersleri eğitim kurumlarının sorumluluğunda atanan öğretmenler tarafından verilir. Bu dersler kimi yerlerde zorunlu kimi yerlerde seçmelidir. İkincisi ise dini eğitimdir. Dini eğitim mensubu olunan dinin veya inancın temsilcileri ve kurumları tarafından ön görülen çerçevede hazırlanan eğitim müfredatıyla ve yine o inanç temsilci kurumlarının ön gördüğü, önerdiği ve bazen de kendisinin finanse ettiği öğretmenler tarafından verilir. İkisini bir birinden ayıran temel unsur, birinin etik ders diğerinin ise dini ders olmasıdır. Dini içerikli dersler genelde tercihle gidilen dersler olmaktadır. Almanya, İsviçre, Avusturya örneklerinde olduğu gibi İslam dini dersi, Alevilik dini dersi, Hıristiyanlık dini dersi vardır. Herkes kendi inanç dersine katılabilmektedir ya da katılmama hakkını kullanmaktadır. Ve yine bu dersler uygulamalı bölümler de içermektedir. İslam dersinde namaz, Alevi dersinde cem, semah, Hıristiyanlık dersinde kilise ziyareti yapılmaktadır. Bu inancın doğasında vardır, olandır.
Fakat etik din dersi verdiğini iddia eden Türkiye’de AİHM kararında bir kez daha ortaya çıktığı gibi herkese dini ders verilmektedir. Devletin sınırlarını belirlediği ve Türkçülükle içini boşalttığı bir uygulama söz konusudur. Bu uygulamaya son verilmesi konusunda alınan kararın hayata geçirilmesi büyük önem arz etmektedir.
Ana dilde eğitim ve zorunlu din dersleri mücadelesi, Türkiye’deki demokratikleşmenin de temel sorunu olarak önümüzde durmaktadır. Türk-İslam sentezli eğitime karşı direnmek önümüzdeki dönemin temel konularından olacağı bugünden artık beli olmuştur.