Alevi örgütlenmesi, biraz da Kürt karşıtı ittihatçı siyasal aklın etkisiyle Kürt özgürlük mücadelesini tüm söylem ve pratiğine rağmen hep Sünni bir kampın içine yerleştiren bir yorum ve araya mesafe koyan bir eğilim içinde oldu. Ancak Kobanê direşi, Alevi kitlelere dayatılan bu ezberin ne kadar karşılıksız olduğunu çarpıcı bir şekilde bir kez daha gözler önüne serdi.
Kürt Özgürlük Hareketi, IŞİD zulmüne karşı direnişiyle Ortadoğu’daki tüm etnik ve inanç grupları için özgürlükçü, demokratik ve laik bir geleceğin en etkili gücü ve güvencesi olduğunu pratiğiyle ispatladı. Bu nedenle Alevi örgütlerinin Kobanê direnişine olan desteği gecikmiş ancak önemli bir adım olarak değerlendirilmelidir.
Devlet Kürt kimliği ve Kürtçe anadil üzerindeki asimilasyonda ısrar ederken Alevi inancı üzerindeki asimilasyondan vazgeçmez. Türkleştirme politikalarını kendisine sorun yapmayan bir Alevi, inanç asimilasyonuna karşı olduğunu da iddia edemez. Alevi derneklerinin de Kürtçe anadilde eğitim gibi en insani bir hakkın çiğnenmesi karşısında sessiz kalma gibi bir hakkı olamaz.
Ortadoğu bu gün insanlığın bizzat kendi eseri olan maddi ve moral çelişkilerinin tüm çıplaklığıyla yaşama damgasını vurduğu ve doğal özgünlüklerin çatıştırıcı bir siyaset tarzıyla ölümcül sonuçlara yol açtığı bir arena durumunda. Egemenlerin hakimiyet savaşlarının figüranı ve kurbanı olarak ölümlerden ölüm beğenme seçeneğiyle karşı karşıya bırakılan mazlum halklar ya Kürtler gibi bu ölümcül kadere karşı büyük bir direniş halinde, ya büyük çoğunluğun yaşadığı gibi çaresizlik ruhiyetiyle bu kadere karşı tepkisiz ya da gelişmeler karşısında korku içinde tutunacak bir dal, bir güç, bir kader ortağı arar durumda.
Tarihte yaşadıkları zulümlerin yol açtığı travmaların da etkisiyle bugüne kadar egemenlerle karşı karşıya gelmemeye çalışan Alevi, Êzîdî, Kakayî ve Şebek gibi inanç toplulukları, bu gün yeni katliamların korkusu sarmış durumda. Bu toplulukların Irak Şam İslam Devleti (IŞİD-DAİŞ) örgütü gibi hiç bir insani ve toplumsal karşılığı olmayan vahşet yapılanmasının Irak ve Suriye’deki katliamlarının direkt hedefinde olmaları karşısında bu tedirginliği yaşamaları oldukça doğal. Zira IŞİD’in Irak’ta Êzîdî, Şebek ve Kakaî Kürtler, Şii Türkmen ve Araplar ve Hıristiyan toplulukların yanısıra Suriye’de de Nusayri Araplar ile her inançtan Kürtlere saldırıları bu korkunun yersiz olmadığını oldukça çarpıcı bir şekilde gözler önüne serdi, seriyor…
Tarihsel gelişmelere müdahil olmak
Bu gelişmeler karşısında ortak bir refleksleri olmamasına ve siyasal bakışları birbirinden farklı olmasına rağmen, Türkiye’deki Kürt, Türk ve Arap Alevi topluluklardaki ruh halinin, önemli oranda bölge halklarına dayatılan ölümcül kadere razı olmama yönünde olduğu tespitini yapmak gerektiğini düşünüyorum. Şüphesiz cılız da olsa bu gösterilen tepkinin yalnızca IŞİD’e tepkiyle sınırlı kalmayıp bölgedeki tüm sınıfsal, sosyal ve siyasal sorunlara karşı eşitlik, adalet ve özgürlük eksenli olması gerekir. Yani Alevilerin yalnızca kendileri ve kendi inançlarıyla ilgili sorunlar karşısında değil de, tüm insanlığı ilgilendiren sorunlara ilişkin tepki içinde olup etkide bulunmaya çalışmaları kendilerinden beklenen duruştur. Ancak, yine de IŞİD’e karşı kıpırdanmayı önemsemek gerekir.
Bu arada, Türkiye’de Aleviler belki de 90 yıllık Cumhuriyet tarihinde ilk kez bizzat iktidarla restleşme cesaretini gösterebildikleri bir süreci yaşıyor. Şüphesiz bu reflekste yaşanan bölgesel gelişmelerin de etkisiyle, artık bıçağın kemiğe dayandığı gibi bir hissiyatın gelişmeye başlamış olmasının da payı var. Eğitimde zorunlu din derslerine karşı ‘boykot’ eğilimine giren Aleviler, Kürt sorunu konusunda hep genelleme hak retoriğine çakılıp kalarak Kürtçe anadilde eğitim için bile somut bir ifade kullanmaktan çekinseler de, bu kez IŞİD’in Kobanê’yi kuşatması karşısında Kobanê üzerinden Kürtlerin özgürlük mücadelesiyle dayanışma konusunda seslerini ilk kez belirgin olarak gür çıkarabildiler. 12 dergahtan Ankara’ya yürüyüş, Alevi örgüt yönetimlerinin zaten bilinen kapsayıcı siyasetten uzaklığını; dar, polemikçi ve birbirini kolay ezen siyasetsizliğini de bir kez daha ortaya koyması açısından not edilmeye değerdi.
Zorunlu Sünnileştirmeye karşı,
zorunlu Türkleştirmeye sessiz!..
Yeni eğitim yılının (2014-2015) başlamsıyla bazı Alevi dernekleri ve aileler okullarda okutulan zorunlu din dersi ile ilk ve ortaöğretimin İmam Hatipleştirilmesine karşı bir ‘boykot’tan bahsetmeye başladı. Bugüne kadar devletin herhangi bir yaptırımına ve politikasına direkt karşı çıkma cesaretini göstermeyen Alevi örgütlerinin, ilk kez ‘boykot’ sesini yükseltmesi önemlidir. Bilindiği gibi, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümeti, Cumhuriyet’in temel kimlik politikası olan Sünni-Türkleştirmeyi belki de önceki iktidarlarla kıyaslanamayacak kadar oldukça ince ve etkili tarzda yürürlüğe koymuş durumda. Devletin bürokrasi dili güya İslamcılık adına Arapça kelimelerle doldu. 4+4+4 sistemi ve artırılan din dersleriyle ilk ve ortaöğretim neredeyse tamamen İmam Hatipleştirildi. Ayrıca bu yıl TEOG uygulamasıyla bazı Alevi çocukları da İmam Hatip okullarına zorunlu kaydedildi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bu uygulamaların hak ihlali olduğuna dair hükümlerine rağmen AKP hükümeti ‘dindar ve kindar’ nesiller yetiştirmekte kararlı adımlara devam ediyor.
AKP’nin toplumsal etik değerlerden yoksun bu sahte bir dinci toplum yaratma çabasına karşı bazı aileler ve genel olmasa da bazı Alevi dernekleri çocukları zorunlu din derslerine göndermeyeceklerini kamuoyuna açıkladı. Zorunlu din dersi dayatması ve İmam Hatipleştirmeye karşı Alevi örgütleri ise, genel bir ‘boykot’ kararı almasa da, sembolik olarak 12 farklı dergahtan Ankara’ya doğru bir yürüyüş gerçekleştirdi. Bu çıkışlar sembolik de olsa önemlidir.
Ancak Alevi örgütleri eğitim yoluyla asimilasyonu yalnızca din asimilasyonuna sıkıştışma tavrından vazgeçmiyor. Bu tepkinin, mevcut iktidarın dinci olmasıyla da ilgisi şüphesiz vardır. Ancak genel Alevi hareketi, Kürtçe konusundaki ürkekliğini sürdürüyor. Kürtçe anadil üzerindeki asimilasyona tepkisizlik Alevi örgütlerinin gerçekten asimilasyona karşı oldukları konusunda bir samimiyet testiyle karşı karşıya bırakıyor. Zorla Sünnileştirmeye karşı olmak tek başına asimilasyonu engellemeye yetmez. Tüm asimilasyoncu politika ve uygulamalara karşı durmak gerekir. Devlet Kürt kimliği ve Kürtçe anadil üzerindeki asimilasyonda ısrar edip Alevi inancı üzerindeki asimilasyondan vazgeçmez. Böyle bir şey olacağını düşünmek, ancak kendini kandırmaktır. Kürtçe anadilde eğitim talebiyle yapılan okul boykotu karşısında sesini çıkarmayan Alevi dernekleri, soyut bir asimilasyonla meşguller demektir.
Alevi dernekleri ve Kürtçe dili
Asimilasyon, toplum doğasına dayatılan ve sosyal dejenerasyona yol açan her türlü zorbaca uygulamalardır ve dile saldırı ise zorbalıkların en acımasızıdır. Bu konuda Kürt Aleviler açısından durum daha vahimdir. Kürt Aleviler, üyesi oldukları Alevi derneklerinde Kürtçe anadilde eğitimi ve Kürtçe öğrenip konuşmayı teşvik etmelidirler. Kürtçe anadilde eğitimi ve devletin Türkleştirme politikalarını kendisine sorun yapmayan bir Alevi, inanç asimilasyonuna karşı olduğunu da iddia edemez. Dilin yok oluşuna sessiz kalan, toplumsal doğasının yani toplumsal hakikatinin yok olmasına da göz yumuyor demektir. Böyle bir tutum yol’un muğlaşlaştırılması olarak algılanmalıdır. Yol’un ‘kendini bil’ ve ‘ne ararsan kendinde ara’ düsturu bunun ifadesinden başka bir şey değildir. Alevi derneklerinin de Kürtçe anadilde eğitim gibi en insani ve masum hak karşısında sessiz ve tepkisiz kalma gibi bir hakları ve lüksü olamaz.
Bu tavır, şüphesiz devletin tekçi asimilasyoncu politikalarının hışmına uğrayan tüm etnik ve inanç değerlerin korunup yaşatılması için de gösterilmelidir. Asimilasyona karşı durmak; hem zorunlu din derslerine karşı olmakla inanca hem de Kürtçe eğitim yasağına karşı olmakla dile yapılan zulme dur demektir.
Alevilerin gündemi, örgütlerin gündemi…
15 Eylül’de başlayan ve 12 Ekim’de Ankara’da bir mitingle sonlandırılan yürüyüş, her ne kadar IŞİD’in Kobanê’yi kuşatmasının gölgesinde gerçekleşse de, önemli bir etkinlik olarak kayda geçti. Bazı Alevi örgütlerinin yürüyüşe bir kaç gün kala kendini geri çekmesi ve bunu ikna edici argümanlar ortaya koymadan yapması eleştiriyi hak etse de, katılımcı derneklerin teşhir ve linç edici üslubunu da onaylamak mümkün değil. Zaten yürüyüşün başlangıcında da birlik görüntüsünü zedeleyen yaklaşımların sergilendiğine ilişkin bilgiler basına yansıdı. Bu görüntü, Alevi örgütlenmesindeki ciddi kafa karışıklığını ve dar polemikçi üslup ile kendini konuşturma anlayışının hala oldukça derin ve etkili olduğunu açıkça gözler önüne seriyor. Bu durum, Alevi kitlelerin asimilasyoncu politikalara karşı bir tavır ortaya koyma eğilimine girdiği bu süreçte, görünümü zayıflatıcı bir etki yaratmaktadır.
Yaşanan bu durumu, Alevi toplulukların taleplerinden bağımsız, yalnızca Alevi örgüt yönetimleri arası özgün bir gündem ve yaklaşım olarak değerlendirmek yanlış olmayacaktır. Bu da Alevi örgüt ve dernek yönetimlerinde Alevi toplulukların hak talepleriyle alakası olmayan tali ve şahsi gündemlerin oldukça belirgin olarak ön plana çıktığını göstermektedir. Örneğin, Alevi örgütleri didişmecilik yerine zorunlu din dersi, İmam Hatipleştirme ve anadilde eğitim konusunda ortak bir boykot kararı alıp, Alevi kitleleri buna motive etselerdi, daha demokratik, daha toplumcu ve daha önemli bir tavır sergilemiş olurlardı…
Kobanê ve Kürt Hareketi’ne bakıştaki ezber
Üç taraftan IŞİD ve kuzeyden de Türk devleti tarafından kuşatılarak katliamla yüz yüze kalan Kürt kenti Kobanê’deki halkın tarihi direnişine karşı Alevi örgütlerin tavrı önemli bir dayanışma örneği olarak kayda geçirilmelidir. Bilindiği gibi siyasi olarak homojen olmayan ve Kürt sorunu konusunda net bir tavır sergileyemeyen Alevi örgütlenmesi, biraz da Kürt karşıtı ittihatçı siyasal aklın etkisiyle Kürt özgürlük mücadelesini tüm söylem ve pratiğine rağmen hep Sünni bir kampın içine yerleştiren bir yorum ve araya mesafe koyan bir eğilim içinde oldu. Ancak Kobanê direşi, klasik Türkçü Kemalist siyasetin Alevi örgütlenmesi üzeri Alevi topluluklara dayattığı bu ezberin ne kadar anlamsız ve karşılıksız olduğunu oldukça çarpıcı bir şekilde bir kez daha gözler önüne serdi.
IŞİD, Kobanê başta olmak üzere Rojava’nın geneli ile Irak’ta Sünni ve Müslüman Arap olmayan tüm toplulukları katliamlardan geçirirken, buna karşı en büyük direnişi ve açıktan tepkiyi Kürt Özgürlük Hareketi eksenli siyasal ve askeri yapılar gösterdi. Kürt Özgürlük Hareketi eksenli Halk Savunma Güçleri (HPG) ve Halk Savunma Birlikleri (YPG) ile bunların kadın askeri oluşumları (YJA-Star ve YPJ) IŞİD vahşetine karşı Irak’ta Êzîdî, Şebek ve Kakaî Kürtler, Şii Türkmen ve Araplar ile Hıristiyan toplulukların kurtarıcı ve savunma gücü olduklarını görkemli pratikleriyle ortaya koydu. Bu direnişle, Kürtler ve Kürt Özgürlük Hareketi tüm dünyada dini ve etnik faşizm korkusu yaşayan halkların sempatisini kazanırken, Ortadoğu’daki sorunların çözümünün de Kürt Hareketi’nin ‘demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü’ paradigmasıyla mümkün olacağı fikri önemli destek görmeye başladı. Yani Kürt Özgürlük Hareketi, başta Aleviler olmak üzere milliyetçi-ırkçı ve dinci manipülasyonla zehirlenmiş ve bu yönlü zulümlerden çok çekmiş tüm topluluklara, Ortadoğu’daki en etkili ve en örgütlü demokratik, özgürlükçü ve laik hareket olduğunu bizzat pratiğiyle ispatlamış oldu. Özellikle Kürt kadınının bu direnişteki görkemli duruşu tüm Ortadoğu ve dünya kadınlarının her türden baskı ve zulme karşı mücadelesinde tarihi bir örnek olarak halkların hafızasına yerleşti.
Yüzbinlerce Êzîdî Kürdün Şengal’den kurtarılması ve son olarak da Kobanê’deki direnişe karşı tüm dünya kamuoyu saygı ve sempatisini ifade ederken, Türkiye’deki tüm Alevi topluluklar da özgürlük, eşitlik ve adil bir Türkiye ve Ortadoğu konusunda gerçek yol ve mücadele ortaklarının kim olduğu konusunda netleşmiş oldu. Kürt Özgürlük Hareketi Ortadoğu’daki tüm etnik ve inanç grupları için özgürlükçü, demokratik ve laik bir geleceğin mevcut durumda en etkili seçeneği ve gücü olduğunu pratiğiyle ispatladı. Bu nedenle Alevi örgütlerinin Kobanê direnişine karşı tavrı ve desteği de gecikmiş ancak önemli bir adım olarak değerlendirilmelidir.