HAYDAR ERGÜL
Ortadoğu eksenli 3. Dünya savaşı yayılarak ve derinleşerek yükselişini sürdürüyor. Dünya yeniden yapılandırılıyor ve biçimlendiriliyor. Bu yapılandırmanın merkezinde Ortadoğu özellikle de Kürdistan’ı çevreleyen ülke ve Kürdistan odaklı sürdürülen bir savaş oluyor. Neden Kürdistan’da yoğunlaştığı üzerinde düşünülmesi, analiz edilmesi ve anlamlandırılması gerektiği esaslı bir konu oluyor. Bu analiz doğru çözümlenip anlamlandırılabilindiği oranda Ortadoğu ve dünyanın gidişatını görme, ona göre tavır ve tutumları geliştirme imkan dahiline girebilir.
Şu açık; toplumsal hareketler çoğu zaman iradi olarak yön kazandırılmazlar. Yön kazanabilmesi için bir birikim yoğunlaşmasının kabarışına ihtiyaç duyacaktır. Yani toplulukların yaşadığı sorunlara yoğunlaşılmazsa, sorunların çözümsüzlüğü öyle noktalara ulaşır ki; değişim kendisini dayatır. Mutlak bir değişimin kaçınılmazlığı açığa çıkmaya başlar. İşte o noktadan itibaren, toplumsal sorunları çözebilecek doğru örgütsel ve iradi tutumlar ortaya konulabilinirse çözümler gelişir. Yani toplumsal hakikat birikimleri ve yoğunlukları açığa çıktıkça, iradi -diğer bir ifadeyle- subjektif örgütlenme ve eylemin gelişme koşulları ortaya çıkar. Ancak objektif zemin diyebileceğimiz koşullar olsa da subjektif, iradi öncelikler kendiliğinden ortaya çıkmazlar. Onun için ilk hazırlıkların yapılması, ama doğru bir amaç tespiti ve o amacı başarıya götürebilecek örgüt, eylem ve araçların da tespitini yapma, zamana dayalı ve fedakarca bir mücadeleyi zorunlu kılar. Ancak o şartlarda doğru bir mücadele hattı ve başarıya götüren eylemi gerçekleştirmek mümkün olabilecektir. Bu öncülüğün oluşturulması halinde, çözüm arayışlarının yoğunlaşması ve oluşmasına rağmen öncülük olmadığında; egemenler tarafından toplumsal olguları parçalama, yönelimlerini saptırma, sonuç olarak çeşitli yöntem ve tarzlarla istemleri doğrultusunda sonuca götürmeyi hedeflerler ve genellikle de başarı olurlar.
Çünkü önderliksiz halklar pusulasız gemiye benzer. Nasıl ki pusulasız gemiler okyanuslarda yolunu şaşırır, ulaşması gereken limana ulaşmaz; ya büyük dalgalara kapılarak denize gömülürler, ya da düşman limanlarına sığınmaktan başka çareleri kalmaz. Halkların ve toplulukların da böyle bir gerçekliği vardır. Doğru önceliklere sahip değillerse ve o doğrultuda örgütlenmemişlerse yönlerini kaybederler, parçalı şekillerde ya düşmanların katliamlarına hatta soykırımlarına uğrarlar, ya da düşman limanlarına demirlemekten başka seçenekleri kalmayacaktır.
Özellikle son yüz yıldır bu tarz önderliksiz yığınla halk topluluğu, inanç topluluğu doğru bir önderlikten yoksun kaldığı için soykırımları yaşadı. Büyük katliamlar gördüler ve kalanlar da önemli oranda düşmanlarının limanlarına sığındılar. Bölgemizde buna örnek mi saymak gerekir? 1915 Ermeni soykırımı, Kürtlere dönük çok sayıda soykırım düzeyine varan katliamlar, sürgünler tatma ve en son Dersim soykırımı bir yanıyla Kürt, bir yanıyla Alevi kimliklerini yok ediş öyküsüdür. Ardından yoğun bir asimilasyona tabi tutma ve milyonlarca Kürdün Araplaştrılması, Farslaştırılması ve Türkleştirilmesi bu temelde gerçekleştirildi. Yine Anadolu’da Türkmen, Laz, Çerkes, Arnavut gibi onlarca halk kimliği tarihten silindi. Alevi inancı yok sayıldı, daha yakın gelecekte Maraş, Çorum ve en son Sivas Madımak gibi sayabileceğimiz onlarca katliam gerçekleştirildi. Buna Ortadoğu’da Êzidî, Asuri-Süryani Hristiyan kimlikleri Kakailer, En’el Hakçılar…saydıkça liste uzayıp gidecektir.
Günümüzde Şengal’ de Êzidî Kürtlerinin uğradığı soykırım girişimiyle gerilla olmasaydı, soykırım gerçekleşmiş olacak ve yüzbinlerce Êzidî yaşamayacak, barbarca bir saldırı sonucu yok edileceklerdi. Yine Hristiyan, Asuri-Süryani bölgedeki diğer Alevi kimlikleri yoğun bir saldırı tehdidi altındadırlar. Kendilerini savunabilecekleri ne öncülükleri var, ne mücadele edebilecek araçları bulunmaktadır. Ellerinde tek geriye kalan, fırsat bulup kendi vatanlarını terk etme, dünyanın dört bir tarafına dağılma olurken, fırsatları olmayanlar ise ne zaman katledileceklerini bilmeden ölüm tehdidi ile yaşamaktadırlar. Tüm bunlar, IŞİD denen barbar bir güruh eliyle gerçekleştiriliyor. Yapılan barbarlık dehşet vericidir. Doğada hayvan diye bulunan hiçbir canlı bu barbarlığı yapamaz, yapmaz. En tehlikeli olan Aslan, Kaplan gibi yırtıcı hayvanlar en fazla karınlarını doyurmak için diğer hayvanları parçalayarak yerler. Bu anlamda IŞİD barbarlığı ile mukayese edilemeyecek, hatta makul görülebilecek bir düzeyden söz edilebilinir. IŞİD katletmekle yetinmiyor, insan cesetlerini parça parça ederek, bir de onu sanal dünyada yayarak halklar üzerinde dehşetli bir korku yaymak istiyor. Yayıyor da ve toplumlar bu dehşet karşısında dirençsiz bırakılıyor. Psikolojik olarak tamamen savunmasız bırakılıyor insanlar.
Bu vahşeti uygulayan IŞİD nedir, öncelikle bunun iyi anlaşılması gerekiyor. İnsanlar nasıl bu düzeyde canavarlaşabiliyor, yakıyor, yıkıyor, parçalıyor ve kadınlara saldırıyor? Kadına zulüm uygulamaktan aşırı zevk alan, beşikteki çocuğu katlederken kahkahalar atan bu ayaklılar insan olabilir. Evet suretleri insandır, geçmişleri de insandır. Fakat nasıl bu hale getirildiler veya geldiler? Üstelik bunu Müslümanlık adına yapıyorlar. Bir de İslamlığı çarpıtarak bu barbarlığı uygulayanların cennete gideceği vaat edilmektedir. O insanlar buna inanmakta, yüksek bir istek ve arzuyla barbarlıklarını icra etmekteler. Bu toplumsal zemin nasıl şekillendi, ortaya çıktı, bunun mucitleri kimlerdir?
Şu açık değil midir; son 150-200 yıldır kapitalizmin kar hırsının bununla bir ilişkisi var mıdır? Ortadoğu toplumlarının bu kadar örselenmesi kapitalist sistem tarafından düşürülmesiyle ilişkilendirilebilir mi ? Evet doğrudan kapitalizmin Ortadoğu’yu sömürüye açmak için dayattığı ulus-devlet yapılanması ve mantığı bölge halklarının hakikatine ters olduğu için onunla hep savaş içerisinde olmuştur. Savaşarak, aşırı şiddeti uygulayarak ve bölgeyi hoyratça sömürüye açma, yoğunlaşmış tüketimi hem maddi hem manevi-duygusal sömürmesi sonucu IŞİD türü yapılanmalar bu korkunç askeri ve psikolojik savaşın tortulaşmış hali olarak ortaya çıkmaktadır, belgelenmektedir. Yönünü şaşırıp düşman limanına sığınan, yani emperyalist-kapitalist sistemin diğer bir ifadeyle kapitalist modernitenin limanına sığdırılan sığıntının ruh halinin dışa vurumudur. Çürük, dökülmüş ve azmış saldırganlıkla yozluğun yine emperyalizm ve onun yerli işbirlikçileri tarafından örgütlendirilip silah ve lojistiği sağlananlar, halklara barbarca saldırmaktadır. Söylenmek istenen şudur; ya bizim istediğimiz gibi yaşayacaksınız, ya da karşı çıkarsanız IŞİD türü barbarlıklarımızı size saldırtırız, onların zulmü altında bizar olursunuz. Sonuçta bizim tarafımızdan kurtarılmayı bekler hale gelirsiniz. Biz de gelir sizi “kurtarırız”. Yapılmak istenen budur ve nitekim başını ABD’nin çektiği çekirdek koalisyon denen yeni bir yapı oluşturuldu. Kurtarıcı olarak sahneye çıkmaya başladılar. Onunla IŞİD belasından kurtulmak isteyen toplumsal kesimleri yanlarına çekebileceklerini ve istedikleri gibi toplumları yapılandırarak kapitalizmin oburca sömürüsüne açık hale getireceklerini tasarlamaktadırlar.
IŞİD türü tortu yapılar insan düşmanıdır. Kendi tortu ve yoz arzularını tatmin etmek için her tür saldırıyı yapmakta zevk alırlar, çünkü insani tüm özelliklerini kaybetmişlerdir. O yüzden İslam’la hiçbir ilişkileri olmadığı gibi İslam’ın da düşmanıdırlar. Çünkü İslam’ın değerleri özünde insani değerlerdir. Dolayısıyla insan karşıtı değil; tam tersi insanın toplumsallaşması ve insanlaşmasında çok ciddi katkıları bulunmaktadır.
IŞİD türü yapılar saptırılan ve devletleştirilen “İslam’ın” en düşürülmüş tortu ve paliyatif yapıları olmaktadır. Bu özelliğinden ötürü de anti-İslamdırlar. Bu tür yapılar aşırı bir sapkınlık ve düşürülmüşlük türüdür. Emperyalizm bu türü günümüzde kullanmaktadır. Yani insanlığa saldırtmaktadır. En son Kobanê’ ye saldırtılmasıyla özellikle Türk devletinin verdiği yoğun destekle Kobanê düşürülmek isteniyor. İşgal edip egemenlik altına alınmak isteniyor. PKK esas yönüyle öncülüğü olan, yani varlığını toplumsal hakikatten alan, her farklı topluluğun kendi içinde komünal değerleri örgütlenmesi, öz savunmasını kurması ve kendi kendini yöneterek diğer topluluklara doğru bir ilişki, ittifak ve birlikte yaşamanın koşullarını hazırlamaya dayanıyor. Paradigmaya ve örgütsel öncülüğe sahip oluşu, Kürdistan halkını pusulasına kavuşturmuştur. Dolayısıyla bu önderliğin kırılması ile IŞİD’ e karşı direnebilecek hiçbir odak bırakılmamak istenmektedir. O açıdan Kobanê savunması sadece Kürdistan savunması değildir. O aynı zamanda bölge halklarının özgürleştirilmesi, her tür etnik ve inançsal kimliğin özgürce yaşamasının önünün açılması anlamına gelmektedir. Dolayısıyla kapitalizmin 100 yıldır bölgemizde yaşatacağı baskı, sömürü ve zulmün sona erdirilmesi, halkların gerçeğine uygun yeni bir yapılanmanın gelişmesi, yani Ortadoğu Demokratik birliğinin inşasına giden yolun açılması demektir. Kobanê o yüzden de savunulmalı.
IŞİD Alevi düşmanıdır. AKP ile yakın ilişkiler içindedir. Dolayısıyla Kobanê’ nin düşmesi sadece Kürt Özgürlük Mücadelesinin darbelenmesi anlamına gelmiyor. Özgürlükten ve demokratik bir yaşamdan korkularak tüm inançların etnik kimliklerin ve toplulukların da darbelenmesi demektir. O halde Aleviler hangi görev ve sorumluluklarla karşı karşıya olmalıdırlar? Öncelikle bir örgütsel birliğe ihtiyaçları vardır. Kendi içlerinde demokratik ve komünal esaslara göre devleti esas alan değil, özünde devlet anti-Alevi yaşam demektir. Dolayısıyla çözüm devlet olmadan Alevi tarihine bakıldığında rahatlıkla görülebilinmektedir. Tarihin her döneminde Alevilerin gördüğü katliamların altında direkt ya da dolaylı devletlerin imzası bulunmaktadır. Bu imza olduğu içindir ki ve Aleviler öndersiz olduklarından dolayı, devletin bir kanadından kurtulayım derken diğer kanadına esir haline geldiler. Yani düşman limanına demirlediler. Çünkü pusulasızdırlar. Cumhuriyet zamanına bir göz atmak bile bunu çarpıcı ortaya koymaktadır. “Müslümanlar bizi kırıyor, o halde biz de sol olan CHP’ ye gidelim” dendi, ancak en büyük Alevi katliamları da CHP iktidarları döneminde yapıldı. Maraş katliamında CHP iktidarda rahmetli Ecevit başbakandır. Sivas’ta Madımak katliamında rahmetli Erdal İnönü, başbakan Çiller’in yardımcısıdır. Diğer katliamlar da benzerlikler taşıyor. Aleviler niye ağırlıkla CHP’yi destekliyor, CHP laikmiş! Ama diyaneti örgütleyen de CHP’dir. Diyanetle devlet dini yaratılmak istenmiştir. Aleviler de bu dine getirilmek istenmiştir. Yani TC herkes Türk olacak ve diyanet dininden olacaktır demektedir. CHP’nin laiklik anlayışı budur. Tekleştirmeye çalışmıştır. Bu da gösteriyor ki çözüm devlet ve onun türevleri olan çeşitli partiler değildir. Aleviler özünde devletten uzak durmalıdırlar. Kendi hayatlarını özgürlüklerini, amaç ve hedeflerini kendi öz güçleriyle yaratmayı esas aldıkları oranda başarının büyük bir bölümünü gerçekleştirmiş olurlar. Diğeri de diğer halk toplulukları ki başta KÜRT Halkı olmak üzere doğru bir ilişki ve ittifak kurarak, demokratik ortamda devlete rağmen başta eğitim olmak üzere kendi kurumlarını inşa ederek öz savunma temelinde hakikatlerini yaşayabilirler ancak. Bunun için Kürt özgürlük hareketi iyi bir örnek sunmaktadır. Biz Aleviler tarafından incelenmeye, izlenmeye deney ve tecrübelerden yararlanmaya büyük ihtiyaç bulunmaktadır. Doğru bir amaç, ona göre örgütlenme ve eylem geliştirmede ilham alınabilecek, cesaret kazanılabilecek engin bir deneydir. Gerçek anlamda Alevi hakikatine ulaşmada üzerinde özenle durulması gerekmektedir. Onun yapılması halinde demokratik bir Türkiye’nin gerçek bir laikliğin inşası imkan dahiline girecektir.