ERDOĞAN YALGIN
1990’lı yılların içinde Alevi-Bektaşilik üzerine tamı tamına 1172 adet Türkçe kitap, 1311 Türkçe makale, 153 adet yabancı dilde kitap ve 269 adet yine yabancı dilde makale olmak üzere toplam 2905 yazılı kaynak oluşturulmuştu. Bunlar arasında sözde akademik çalışmalar (!) yapan Alevi ve Sünni kökenli yazarların toplamda, sadece 10 eserini inceleyen A. Yaşar Ocak, bunların hiçbirinin “bilimsel çalışmalar olmadığı” kanaatine varmıştı. Ocak, bu tespitinde haklıydı! Çünkü bu çalışmaların çoğu; sözde “Alevi-Bektaşilik” adı altında, aslında “Türk-İslam sentezli, sahte Turko-Şamanizm” uzantılı, uyduruk Ahmet Yesevili gayri çiddi çalışmalardı.
Yazılı bir külliyatı olmadığı için Alevik konularına yabancı olan ve bu kültüre büyük bir ilgi duyan özellikle Alevi gençleri, kendi tarihlerini, felsefi değerlerini maalesef bu Türk-İslam sentezli sözde yazılı kaynaklarda öğrendiler. Bu kuşağın ortak hafızası, düşmanları tarafından, acıdır fakat gerçektir kısmen de olsa kiralanmış oldu! Öte yandan bu yazılı külliyat temelinde Türkiye’de ve Avrupa’da; Aleviler arasında örgütsel çalışmalar başlatıldı. Alevi cenahında gelişen bütün bu çalışmalar; işin aslını sorarsanız iki ana sütun üzerinde inşaa ediliyordu. Bunları kısaca şöyle sıralayabiliriz:
Antik değerlere sahip olan Mezopotamya Aleviliğini, Osmanlı Bektaşiliği potası içinde eriterek, Müslüman/Henefi fıkıhı çizgisine çekmek! Türk ırkçılığına bulaşmamış kıyı kesimindeki Tahtacı, Çepni ve diğer obalardan oluşan köylü Türkmen Alevilerini, Türk ırkçılığının can simidi haline getirmek! Aleviler arasında Türk olma ayidiyetini-algısını geliştirerek! Arap Alevileri arasında Türk ve Türkiye sevdalısı yeni genç dimaglar yaratmak ve güzergahta benzeri yeni doğmatik doktirinler geliştirmek! İnşanın bir diğer sütunu ise Kürt cenahı üzerinden yükseltiliyordu. Ki bu alan, aslında devletin bekası için daha da önemli bir sürece işaret ediyordu.
Burada hedeflenen; gelişen Kürt uyanış hareketi karşısında, Kürt Alevilerini kendi inançsal, dilsel-etnik köklerinden koparıp başkalaştırmak! Kürt Alevileri arasında, gelişecek olan Kürt ulusal bilincini köreltmek! Kendine özgü inançsal dizgeleri olan Kürt Aleviliğini (İtiqat ê Rêya Heq), Hacı Bektaş Veli (1209-1271) ismi üzerinden, Türkistanlı Ahmet Yesevi’nin (1103-1166) uyduruk felsefesiyle aşılamak! Bir bütün olarak Kürt Alevilerini, Türk-İslam sentezi içine çekip, hem “Türkleştirmek” ve hem de ocaxzâdeler üzerinden “İslamın özü” söylemlerini geliştirmek! Dahası “Kürt’ün Alevisini” yok sayan politikalar devreye sokuldu.
Şimdi öyle bir noktaya gelinmiş ki; otantik Aleviliğinin içi boşaltılmış! Aleviler arasında inançsal ruhi şekillenmede bazı kırılmalar yaratılmış! Pir-talip ilişkileri zedelenmiş! Aleviler arasında derin ayrılıklar körüklenmiştir. İşte bütün bu olumsuz gelişmelerin asıl kaynağı, yukarıda sıraladığımız plan ve programlı asimilasyon politikalarıdır.
Peki bu katmerleşen asimilasyon dayatmaları karşısında Aleviler; hangi mekteb-i irfan’da vahdet-i mevcut olup, Hak’la yeksan olabilirler? Bu asimilasyon sürecinde kendilerini ve kurumsal örgütlenmelerini hangi bilimsel bir metodla koruyabilirler? Otantik Alevi geleneğini, sosyal yaşantılarında yeniden nasıl canlandırabilirler? Tarihsel düşmanları tarafından oluşturulan içsel sorunlarını, hangi hakikat anahtarıyla ve hangi dar-ı yöntemle çözebilirler? Bu türden sorularla ancak yeni düşünceler üreterek, gelecek kuşakların Ortadoğu’nun kör bataklığında cebelleşmesine engel olabilirler. Bilinmelidir ki; büyük kentlerde yaşayan Alevi ebeveyinler, sözde cemevlerinde halka bayram namazları kıldırırken, gençlere ise Cuma namazlarını ifa etmek için camileri dolaşmaktadırlar.