Mehmet BAYRAK
Günümüzde, Kürt müziğinin en popüler kilamlarından biri “Malan Bar Kir” adlı eserdir. Bunun okunmadığı bir düğün veya toplu etkinlik yok gibidir ve bu şarkı okunduğunda herkes govende durur. Oysa bu eser, aslında bir “şîn kılamı”dır. Şêx Said’in döneminde sürgüne gönderilenlerden geriye kalanların acılı, çaresiz ve ümitsiz durumlarını hüzünle dile getirmektedir.
Belki içinden geldiğim Alevi Kürt toplumunun kültürel dokusu, belki aile çevresini kuşatan Alevi müziği, belki de edebiyatçı kimliğimden dolayı, “şiirle düşünüp şiirle söyleşmek” bende bir tutkudur adeta. Zaten, oldu bitti şiirsel anlatım dilini çok severim. Çünkü bilirim ki, kimi zaman bir tek dize, sıradan bir politikacının bir ömürboyu attığı nutuktan çok daha anlamlı ve değerlidir.
Sözgelimi, “Seneler seneler kötü seneler / Gide de gelmeye o kötü sene” sözleriyle başlayan bir ağıtlama halk şarkısı, bizi nerelere götürmez ki!.. Hele, sözkonusu olan acılı bir coğrafyanın “ağıt toplumu”na dönüştürülmüş ve ızdıraba büründürülmüş kadim halk ve inançları ise bu, “Kürd’ün Ağıtlama Manzum Tarihi”ne dönüşür. Böylece, bu manzumeleri yakanlar da “Manzum Tarihçiler”“ olarak karşımıza çıkarlar.
Bu gerçekliğe, doğrudan çocukluk izlenimlerimin yanısıra ilk kez 1985’te yayımlanan 3’üncü kitabım “Eşkıyalık ve Eşkıya Türküleri” konulu inceleme- antoloji çalışmam dolayısıyla tanık oldum. Gördüm ki, sosyal isyancılık geleneği ekseninde yaratılan bu ağıtlama-şiirler aynı zamanda “manzum halk tarihi” niteliğinde. Yönetimlerin “şaki/ eşkıya” dediği bu sosyal isyancılar, aynı zamanda birer halk kahramanı gibi. Zaten, halk sıradan bir “haydut” için bu şiirleri düzmezken, kahraman olarak gördüğü isyancılar için “özlem ve gurur dolu” şarkılar yakıyor.
Bu sosyal isyancıları ve halk hareketlerini destanlaştıranlar, yalnızca halk sanatçıları olmamalıydı. Kürt edebiyatında ve komşu edebiyatlarda bunun birçok önemli örneğine tanık olmuştuk. Sözgelimi, aynı zamanda şair de olan 16. yüzyılın sosyal isyancılarından, efsaneleşmiş Köroğlu hakkında 30 dolayında “kol” destanı yaratılmıştı ki, bunlardan biri de “Köroğlu–Kürdoğlu” karşılaşmasıydı. Öte yandan, Köroğlu koçaklamalarında geçen ve Köroğlu’nu “suya tepen” Kiziroğlu da Akçadağ’ın Kızılbaş Kürtlerinden bir halk kahramanıydı.
Ermeni Aşûxlar
Bu çalışmaları yürütürken, bir şey dikkatimi çekti. Gördüm ki, gerek böylesi toplum olayları gerekse çeşitli doğa olaylarını en çok destanlaştıranlardan biri Ermeni Aşûxlar olmuş. Böylece ikinci önemli tanıklığım başladı. “Alevi-Bektaşi Edebiyatında Ermeni Âşıkları” konulu inceleme-antoloji çalışmamda, Osmanlıca Türkçe yazan 140 âşık ve şaire yer verdiğim gibi, bunların olay anlatan birçok Destan’ına da yer verdim. Çalışmalarımı yoğunlaştırınca, Ermeni Aşıklar’da destan yazmanın aynı zamanda bir gelenek hâline geldiğini gördüm. Bugün arşivimde, Ermeni âşıkların 50 dolayında destanı bulunuyor.
Halk edebiyatında bu olgular genellikle Destan türüyle şiirleştirilirken, Divan edebiyatında daha çok Mesnevi tarzında veriliyor. Ayrıca, manzum tarihlerin de bulunduğunu belirtelim.
Üstte de vurguladığımız gibi; çağdaş toplumcu şairler de, serbest şiir tarzındaki destanlarla önemli halk hareketlerini destanlaştırmaktan kendilerini alamamışlar. Sözgelimi, Nazım Hikmet 15. yüzyılın önemli toplumcu halk hareketlerinden olan Şeyh Bedreddin Hareketi’ni Osmanlı tarihçilerinin ve Müderris Şerafeddin gibi İttihad/Cumhuriyet tarihçilerinin kaleminden kurtarmak için “Simavne Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin Destanı”nı yazmak zorunda kalıyordu.
Kendi payıma, ben de gerek Selçuklu/ Osmanlı dönemi halk hareketlerini, gerekse Cumhuriyet dönemi Kürt hareketlerini destanlaştırmaları için şair arkadaşları teşvik ettim. Sözgelimi, yakın şair dostlarımdan Ozan Telli’nin çoğu Alevi önderlikli Baba İshak, Şah Kulu, Pir Sultan, Kalenderoğlu Pirî Mehmed destanları ile Koçgiri, Ağrı/ Ararat, Dersim, Newroz destanlarına hem kaynak sağladım hem de Önsözler yazarak yayımladım. “Çağdaş Kürt Destanları” adıyla yayımladığım son destanlardan dolayı da 2 yıl hapis cezası aldım. Bunların büyük bölümünü de, 1984’te yayımlanan “Alevi Önderlikli Halk Hareketleri ve Çağdaş Destanlar” konulu çalışmamda değerlendirdim.
Sadece bunlar da değil, 1988’de Diyarbekir’de doğrudan tanıştığımız Yılmaz Odabaşı’na “1925 Kürt Hareketi”nin destanını yazdırdığım gibi; Adnan Yücel’e de “Ateşin ve Güneşin Çocukları”nı yazması için kaynak yardımında bulundum.
‘Yaralı Coğrafya’nın ağıtlama-şiirlerinin sunduğu gerçek
Sözel şiirin insanlık tarihi boyunca varolduğunu söyleyebiliriz. Henüz yazı yokken, insanların duygu ve düşüncelerini gerek kaya üstlerine gerekse mağara içlerine “resim-yazı” yoluyla işlediklerine tanık oluyoruz ki, özellikle Yukarı Mezopotamya’ya tekabül eden Kürdistan’da bunun birçok örneği görülüyor.
Nitekim, bugün elimizde bulunan en eski Kürt şiirlerinden biri de, 7. yüzyıla tarihlenen ve Güney Kürdistan’daki Süleymaniye yakınlarında bulunan Şikefta Cêşanê’de (Cêşanê Mağarası) bulunmuş olan bir ağıtlama-şiirdir.
“Hurmuzgan riman, atiran kujan” dizesiyle başlayan bu ağıtlama-şiirde; İslam Halife ordularının Kürdistan ve Mezopotamya’da Zerdüşti/Mazdekçiler’e yaptığı katliam anlatılmaktadır. Türkçesi şöyle: “Yıkıldı Hurmuzgan, söndü ateşgehler/ Herkesten saklandı namlı büyükler/ Zalim Araplar girdi ta Fırat’a dek/ Köylerden tut da Şarezor’a dek/ Esir alındı bütün kızlar ve kadınlar/ Kendi kanında boğuldu özgür adamlar/ Kimsesiz kaldı Zerdüşt’ün töresi, dini/ Yüce Hürmüz affetmeyecek hiç birini…”
İlk yazılı Kürt edebiyat ürünlerinden bir şiirin sunduğu acılı gerçeği burada noktalayıp, yakın dönem Kürt tarihine gelmek istiyorum. Bu konularda son derece zengin bir sözlü kültür geleneğine sahip olan Kürtlerin, yazıyla da bilince çıkan dengbêj destanlarına veya kadınların yaktığı şîn kilamlarına girecek değilim. Bunlar zaman zaman yazılara konu da oldular. Sözgelimi yazar Malmisanij, salt Dersim’de yaşananları “Ülkemizden Zulüm Tabloları” (Medya Güneşi, Sayı:14/ 1990) adıyla işlerken; biz de bir çalışmamızda “Ağıtlama-Şarkılarda Dersim Soykırımı”na ayrı bir bölüm ayırmıştık.
“Kürd’ün Ağıtlama Tarihi” olarak da nitelendirebileceğimiz bu halk yaratmaları dışında, çağdaş toplumcu Kürt şairleri de farklı bir boyutta bu anlatı-şiirlerine katkıda bulundular. Sözgelimi Dr. Şair Ömer Civano’nun, kitabına da başlık yaptığı “Yaralı Coğrafyam“ şiirinden şu dizeleri birlikte izleyelim:
“Dayanmıyor yüreğim/ Yeter artık ölmeyin/ Ülkemin civan çocukları/ bugün, yarın ve hep…/ direncim, umudum, sevinç goncalarım/ birlikte varmalıyız aydınlığa/ birlikte göğertmeliyiz ak nevrozları (…) Kaçınılmazdır, inanıyorum/ Yırtacağız bu kara geceyi üstümüzden/ Çünkü al- yeşildir türküsü Diyarbekir’in/ Coşarak gelir, burçlarından/ Vangölü mavisi özlemime/ Süreci barış olsun zamanın/ Ben yüreklere ses verdim/ Şiirlerin imgesinde/ Şiirden öte türkülerimle./ Ey kanayan Coğrafyam!/ Ey yadsınan tarihim!/ Bak civanlarım govend çekiyor/ Newroza kesmiş doruklarda/ Kendileri kartal, yürekleri güvercin kardeşlerim…”
Şair, başka şiirinde de, “Şiirimin dili Kafdağı’nda kilitli/ Halaylarda, davullarda duy beni/ Ayaklarım zincirlerle düğümlü/ Boynubükük menekşeye sor beni” diyerek, bir başka Kürt gerçeğine parmak basıyor.
Ağıtlar eşliğinde halaya durmak
Kürt toplumundaki bu çarpıcı gerçekliğe, daha önce bir yazısında Zana Farqini de işaret ediyordu. “Ağıtlar Eşliğinde Oynar Olduk“ başlıklı yazısı bu değişime dikkat çekiyordu: “Yaşanan siyasal ve toplumsal olaylar, eski gelenek ve görenekleri değiştirdiği gibi Kürt müziğini de etkiledi. Bu mücadele esnasında müzik formatıyla birlikte geçmişe ait birçok şey değişip dönüştü. Örneğin, halk mücadelede kaybettiği evlatlarını zılgıtlarla son yolculuğuna uğurluyor. Kadın şehitlerin tabutunu kadınlar taşıyor artık. Sadece taşımıyor, gömüyor da. Siyasal mücadeleler toplumu sadece tek yönlü etkilemiyor. Kültürü de, sanatı da, örf-âdetleri de davranış kalıplarımızı da derinden etkiliyor. Onun için ağıtlar eşliğinde halaya da duruyoruz. Özel şartların özel durumudur bu. Zaten böylesi durumlarda (şîn û şahî cêwik in/ yas ve eğlence ikizdir) demiyor muyuz?” (Yeni Özgür Politika 2 Mart 2015).
1925 İhtilâlini anlatan bir şîn ve ‘Govend’ kilamı
“1925 İhtilâli” kavramını tabii ki bilerek kullanıyorum. Çünkü, “Şêx Sait İsyanı” nitelendirmesi, resmi ideolojinin kasıtlı bir adlandırması (Bu konuda bkz. M. Bayrak: “Neden Şeyh Said İsyanı” Değil?.. (Ronahi gaz. Sayı:52/ 1996). Şêx Said’in, bu harekette önemli bir figür olduğu bir gerçek, ancak başta Kürt Özgürlük Örgütü yöneticileri olmak üzere birçok önderden biri. Zaten, bu örgüt liderlerinin 1926’da İsmet Paşa liderliğindeki Hükümet’e gönderdiği Kürd Milli Talepleri’ne ilişkin “Muhtıra- Mektup“ta da, 1925 Hareketi, “Kürd Milli İhtilâli” veya “Kürd Milli Direnme Hareketi“ olarak nitelendiriliyor.
Günümüzde, Kürt müziğinin en popüler kılamlarından biri “Malan Bar Kir” adlı eserdir. Bunun okunmadığı bir düğün veya toplu etkinlik yok gibidir ve bu şarkı okunduğunda herkes govende durur. Türkiye’de yayımlanan ilk Kürt Halk Şarkıları kitabı olma özelliği taşıyan Kilam û Stranên Kurdî adlı inceleme-antoloji çalışmamda (Özge yay. Ank. 1991, s.214) 2 versiyonuna yer verdiğim bu eser, aslında bir “şîn kılamı”dır ve sözlerinden de zaten bu açıkça anlaşılmaktadır.
Şêx Said’in de içinde önemli bir figür olarak yer aldığı ve idam edildiği 1925 Kürt Hareketi bastırıldıktan sonra, iki yıl içinde 15 bin kişi katledilmiş ve Kemalist yönetim tarafından 10 Haziran 1927’de çıkarılan İskân Kanunu ile isyan bölgesi Kürtlerinin bir kısmı Anadolu içlerine sürgün edilmişlerdi. İşte, “Malan Bar Kir” ağıtlama-kılamı, sürgüne gönderilenlerden geriye kalanların acılı, çaresiz ve ümitsiz durumlarını hüzünle dile getirmektedir.
“Dinê lê, dinê lê, dinara mın/ Gewrê lê, rindê lê, hevala min” nakaratıyla süslenen bu kılamın geriye kalan bölümlerinde; evlerin yüklenip gittikleri, geriye öksüz dul ve yetimlerin kaldığı, ölülerinin bedenlerinin yılan ve farelere yem olduğu, keklik gibi kafese tıkıldıkları, deli değilken delirtildikleri anlatılmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki, tam da Kürt özdeyişindeki gibi, insanlar hüzünle sevinci birlikte yaşamaya alıştırılmışlar…
Şêx Said üzerine yakılan Kirmanckî/Zazaki ağıtlar
1945 yılında hükümet kararıyla “Kürtler ve Kürt Hareketleri” üstüne bir çalışma yaptırılır. 2. Dünya Harbi bitimi Türkiye’nin yönünü Batı’ya çevirdiği bir aşamada hazırlatılan ve bizim de önemli bir bölümüne, 1993’de yayımladığımız Kürtler ve Ulusal-Demokratik Mücadeleleri konulu belgesel
çalışmamızda yer verdiğimiz bu doküman içinde birkaç tane de Şêx Said üzerine yakılmış Kirmanckî/Zazaki ağıt bulunuyordu.
Raporu hazırlayan Ahmet Hasip Koylan’ın, Kürtçe bilmemesinden dolayı oldukça yanlış yazılan ve kimi yerde yanlış Türkçeleştirilen bu ağıtların doğru yazımı ve çevirileri konusunda, o zaman İsveç’te bulunan yazar ve dilci Malmîsanij’den yardım istemiştim. O da bu ağıtlarla Türkçe çevirilerini düzeltmiş ve kitapta böylece yer vermiştim (Bkz. S. 407-411). Burada ise, bu örneklerden yalnızca birine yer vermekle yetineceğiz:
Hew wî, hey wi! Hesretê gote Qudretê: Tu rabe li derî malê binihêre vê delaletê!Sed mêrê me kuştun, du sed mêrê me birine Kela Milazgirê bira bişewiteHew wî, hey wî! Ez î hetta xweş bim li darê dinê, dengê derdê Babê Şêx Elî Riza ji dilê min dernayê.
Hesretê gote Qudretê: Vê sibe dilê min pirr kîne- kin e; tirsa min bi wê tirsê ye, eskerê Cumhûriyetê giran e, pêşiya hêsîrê hudûdê Îranê vegerîne.
Ez î hetta xweş bim li darê dinê, derdê Babê Şêx Elî Riza ji dilê min der nayê.
Türkçesi şöyle:
Eyvah, eyvah! Hesret Qudret’e seslendi: Kalk da dışarıya, şu dalalete bak sen!
Yüz erkeğimizi öldürdüler, ikiyüzünü de götürdüler yanası Malazgirt Kalesi’ne
Eyvah, eyvah! Ben dâr-ı dünyada yaşadıkça Şêx Ali Rıza’nın babasının (Şêx Said’in) acısının sesi çıkmayacak yüreğimden.
Hesret Qudret’e seslendi: Bu sabah yüreğim çarpıntılı (endişeliyim); korkum o ki Cumhuriyet’in (Türkiye’nin) büyük ordusu İran sınırındaki esirlerin önünü çevirsin.
Ben dâr-ı dünyada yaşadıkça Şêx Ali Rıza’nın babasının (Şêx Said) acısı çıkmayacak yüreğimden.
Her Kürt direnme hareketinin destanı var…
Şunu hemen belirtelim ki, Kürt direnme harekeleri ile katliamları üstüne yüzlerce manzume ve destan var. Bu anlamda salt son 100 yıla baktığımızda; gerek Ermeni ve Süryani soykırımı; gerek 140 köyün yok edilmesiyle sonuçlanan Koçgiri katliamı, gerek 15 bin kişinin katliyle sonuçlanan 1925 Hareketi, gerek 30 binin üzerinde insanın katliyle biten Ağrı-Zîlan katliamı, gerekse 40-50 bin arası insanın katliyle sonuçlanan Dersim soykırımı üstüne çok sayıda ağıtlama-manzumeye tanık oluyoruz. Bunlardan bir bölümü, doğrudan olayın kahramanı olan Alişêr gibi şair-önderlerce yazıldığı gibi; bir bölümü Yado gibi öne çıkan kahraman kişilikler, bir bölümü de olayın bütünü üstüne yakılan anonim eserlerdir. Bu anlamda, özellikle dengbêjler adeta gezgin tarihçiler mertebesindedir.
Yaşadığımız bu acılı-sancılı süreçte bile, gün geçmiyor ki bir mahalli kadın ya da erkek dengbêjin, toplum vicdanının kabul etmediği bir olgu üzerine yaktığı ağıt yüreğimizi parelemesin. Hiç unutmalayım ki, (1) şiirden mahkum olup, bunun üzerinden mağduriyet ve mazlumiyet politikası yapan şimdiki Cumhurbaşkanı, belki bundan sonra (1001) şiirde anılacak!..
Çağa tanıklık edecek yüzlerce ağıtlama- manzumeyi şimdilik bir tarafa bırakarak, Sivas-Madımak katliamında kaybettiği eşi-yoldaşı Metin Altıok’un ölümünden sonra hayata veda eden eşi Nebahat Çetin’in Kürdistan’ı anlatan bir şiiriyle sözlerimizi noktalayalım:
“Dinlediğim en eski ezgidir doğu/ ağıtta hoyratta uzun havada/ palandöken nemrut bingöl yaylası/ zulüm bir kalleş düşmandır!/ bekler pusuda// Tanıdığım en yorgun insandır doğu/ savaşta kıtlıkta toyda düğünde/ yağlı kurşun yavan ekmek gelin kınası/ ölüm uykuda değil hiç/ sınır boylarına mayın döşendiğinde// Kokladığım en ürkek çiçektir doğu/ su boylarında koyraklarda kuytuda/ top, nergis, mor menekşe, sarı çiğdem/ bir kısa süreçtir bahar/ karasaban çiziğinde// Yaşıyorum en büyük sevdadır doğu/ kaygıda, umutta, aşkta herşeyde/ sevgi cana kıymaz bir güzel salgın/ eğer ki dostluğun gülüyse yürek/ ışıtır dağları şafaklar bir gün/ karanlığın ucu delindiğinde…”