İstediğimiz, ülkemizde barış olmasından başka bir şey değil. Bu istemin şaşılacak, korkulacak, sağında solunda kulp arayacak bir nedeni de yok. İstem çok açık, çok net. Her gün TC Kimliği taşıyan çocuklarımızın ölüm haberini duymak istemiyoruz. Analar, babalar ağlasın istemiyoruz, çocuklar öksüz kalmasın “öksüzlük bir çocuk için çok acı dramdır” diyor isek barış istemek zorundayız. Elimizde sihirli değneğimiz yok, gücümüzden öte dayanacağımız yer de yok.
Acıların yaşandığı yıllar unutulmuyor, insan kanının aktığı mekanlar da unutulmuyor. İnsanlık yaşatıyor derin iç acılarını, korkunç iç yanmalarını. Dedelerimiz nasıl Kerbela’yı, Necef’i unutmadılar tüm canlılığıyla bir kanlı tarih olarak bizlere ulaştırmışlarsa, bizler de 12 Eylülleri, 6 Mayısları, Kızıldereleri, Sivas’ı, Maraş’ı, Çorum’u, Madımak otelindeki yangını unutamadığımız gibi çocuklarımız da bu günleri unutamayacak.
Barış isteyen insanları, savaş isteyenlerden daha tehlikeli göstermek insanlığı yanıltmaktır. İnsanları bir süre yanıltabiliriz ama tarihi yanıltmak mümkün değildir. Tarihin bu günleri defterine yazdığını unutmayalım.
Alevi inancı barış, kardeşlik inancıdır. Alevi inancıyla yetişenler başka bir şey isteyemezler, tarihi zorlasak da bunun tersini bulamayız. Tarihe bizim penceremizden baktığımızda çarmıha gerilen Hallacı Mansur parçalanıp katledilirken, Derisi yüzülen Nesimi, darağacına çıkarılan Pir Sultan kardeşlik, eşitlik “el ele, el hakka” demiştir. Nasıl ki onlar kendileri için değil, bizim için özgürlük, insanlık için demokrasi, kavgasız, dövüşsüz, eşit bir dünya istemişlerse, şimdi onların anısına sahip çıkma sırası bizdedir. Bu nedenle çocuklarımızın ölmesini istemiyoruz demenin insanlık görevimiz olduğunu kabullenmeliyiz.
Çok geçmeyecek, bizim gibi yaşlılar görür mü görmez mi bilemem ama bu gün çocuklarımızın kanlarının aktığı yerler “Anıt” yerler olacak. Almanya’nın Dachau, Sachsenhausen, Buchenwald’da öldürülen Yahudiler, Solingen şehrinde yakılan Türkiyeli insanların evleri, Sivas Madımak oteli nasıl anıt oldu ise, bu insanlarımızın katledildiği yerler de anıt olacak. Dünyanın her yanından gelen insanlar bu anıtları gezecekler, savaş tacirlerinin ne kadar sinsi, kirli ve kanlı olduğunu göreceklerdir. Gelecek kuşaklara utanacakları bir tarih bırakmamak, torunlarımızı utandırmamak için barışı haykırmak gerekiyor.
2007 yılında Diyarbakır Sur’da yaşlı bir Kürt Ana yolumuzu kesmiş “Sizler okur yazar insanlarsınız, barış için neden hiç sesiniz çıkmaz. Çocukların ölmesini durdurun” diye gözyaşlarıyla ettiği sitem hala gözlerimin önünde.
On gün sonra Soma’dayız. Meşhur Soma helvasını satan iki aile kalmış, ailelerden birisi tanıdık yani baba dostu. Onlara uğradığımızda oğlu Şırnak’ta askerde olan Türk Ana’nın gözyaşları Diyarbakırlı anadan hiç farklı değil “Abi bu savaş ne zaman bitecek, kardeş kardeşi öldürmeye ne zaman son verecek, yapacağınız hiçbir şey yok mu?” sorusundaki çaresizlik de hala gözlerimin önünde.
Savaş tüccarları, kandan, ölümlerden büyük vurgunlar vuranlar korkar barıştan, gülen gözlerden. Gülen gözlerin olduğu ülkelerde ötekiler yaratmak çok zordur. Çabuk tahrik olan insanlar her zaman bulunmaz. Küçücük çocuklar, hamile anneler öldürülmez çünkü önce vicdanlarına, sonra gözlerine danışırlar. Gülen gözlü insanlarda vicdanlar konuşur, tatlı dil konuşur, dostluk konuşur. İşine gelmez kandan çıkar sağlayanların. Bu nedenle dünyayı bölmeyi, ülkeleri bölmeyi, insanları bölmeyi ister kan emici cehennem zebanileri.
Savaş isteyenlerin projeleri çok yönlü araçlarla çıkarılır insanların karşısına. Vatan derler, ülke bölünmesi derler, terör derler, bölücü derler, kökü dışarıda derler; hedeflerine varmak için kendilerine her türlü destek bulma yöntemlerini, olanaklarını kullanırlar. Yetmez; Bize çok farklı ideolojiler gibi görünen partilerle, kurumlarla gizli saklı, kirli pazarlıklar yaparlar. Ölümlere karşı çıkanları susturma, yıldırma yöntemleri denerler. Toplumlara korku salabilirler ama en sonunda kazanan yine barış isteyenler der tarih anamız.
Gerçek demokrasilerin yaşandığı ülkelerde kanlı ideolojik-akrabalıklar kolay bulunmaz, katiller kayırılmaz, hukuk boşluklarından yararlanmaları bizzat yönetenler tarafından sağlanmaz. „Onlar öfkeli çocuklar“ diye mazlum gösterilmez.
Korkmayalım; Şehirler yıkılabilir, ülkeler boşaltılabilir hatta topraklar da bölünebilir, tek bölünemeyen yüreklerin birlikteliğidir. Yürekleri bütünleşmiş insanlar ne bölünebilir nede parçalanır. Sadece sesimizi çoğaltmak gerekiyor bu konuda.
Gelin hayal kuralım; Ülkenin her yanına birer ağaç dikelim. Barış isteyenler dostluk ağacı, savaş isteyenler düşmanlık ağacı diksinler. Bir gül, bir nar, bir iğde, bir çınar ne bileyim bir başka ağaç olsun. Göreceğiz ki, savaş isteyenler bu ülkeye bir tek ağaç dahi dikmeyecektir. Polemikleri, tartışmaları bir kenara bırakıp, insanları birbirine düşürmek için kırk tilki kuyruğu bağlayanlara inat, yapalım bunu.
Torunlarımıza ölüm kaygılı bir gelecek değil, kardeşliğin haykırıldığı bir gelecek bırakmak için, gerçek bir barışın hayat bulması için rengimize, kimliğimize bakmadan birbirimize şimdi el verme, dil verme zamanı, yarın çok geç olmadan…