Haberdar yazarı Murat Aksoy Türkiye’yi terk eden insanlarla görüştü ve yaşam hikayelerini yazdı. İşte onlardan biri Emrah Aslan. Aslan Suriye Savaşıyla Aleviliği keşfeden çok sayıda insan olduğunu söylüyor.
Emrah Aslan (Doktora adayı, Almanya’da özel bir bankada çalışıyor.)
Almanya’da yüksek lisansını bitirdikten sonra özel bir bankada çalışmaya başlayan Emrah Aslan aynı zamanda doktoraya hazırlanıyor. Aslan da, Türkiye’ye dönüşünü erteleyenlerde. Aslan; “Suriye’de Alevilerin iktidarda pay sahibi olmaları üzerinden Alevilere dönük sistematik bir nefret üretilmesi ve bu nefretin iç-dış politika ayrımı gütmeden sıkça karşımıza çıkması, kimliğe dönük bir sahiplenmeyi beraberinde getirdi.” dedi
Kısaca seni tanıyabilir miyiz?
1986 yılında Berlin’de doğdum. 1970’lerin başında Almanya’ya göç etmiş bir ailenin çocuğuyum. Ailem ben henüz 1 yaşındayken, 1987’de Türkiye’ye kesin dönüş yaptı. İstanbul’da büyüdüm.
Eğitim durumun…
İlk ve orta öğrenimimi İstanbul’da tamamladım. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde Uluslararası İlişkiler okudum, 2009 yılında mezun oldum. Mezuniyetimin ardından, Alman Akademik Değişim Servisi (DAAD) Basarı Bursu`yla Hamburg Üniversitesi-Akdeniz Üniversitesi’nin ortak diploma programı Euro Master AB Çalışmaları Bölümü’nü bitirdim. Staj, dersler ve seminerlerle birlikte 2014 yılında Yüksek Lisans eğitimimi tamamladım. Üniversiteye başladığımdan itibaren akademisyen olma yönünde bir eğilimim oldu. Bir yandan farklı üniversitelerin doktora programlarına başvururken, bir yandan da hayatımı idame ettirmek için de bankada çalışıyorum.
Neden akademisyenliği tercih ediyorsun?
Akademisyenlik benim için bir nevi öğrenci kalma tercihi. Akademisyen adayıyım, bir şeyler anlatmak, üretmek ve aktarmak; ama aynı zamanda o öğrenci kalma isteğim anlamına da geliyor bu.
Kaç yıldır Almanya’dasın?
Almanya’da 4. yılım bitti.
SOSYAL MEDYA İLK KAYNAĞIM
Türkiye’yi nasıl, hangi araçlarla izliyorsun?
En çok sosyal medya üzerinden izliyorum. Daha çok güncel bilgilere buradan ulaşabiliyorum. Haber siteleri ve gazetelerin pek çoğunun yanlı haber yaptığını düşünüyorum. Bu yüzden alternatif haber mecraları bulmaya çalışıyorum. Sosyal medyada fikirlerini ve verdiği bilgilere güvendiğim insanları takip ediyorum.
Hangi alternatif mecraları izliyorsun?
Genellikle T24, Bianet ve Cumhuriyet`i takip ediyorum, zaman zaman İMC TV’yi izliyorum. Hoş artık internetten yayın yapıyor. Radikal’i takip ediyordum ama kapandı. sendika.org sitesi var, özellikle çalışma ve eğitim hayatıyla ilgili merkez medyaya yansımayan konuları işleyebiliyorlar. Bunlar dışında yerel medya organlarını da takip ediyorum. İktidara yakın kanalları da, gündeme nasıl yaklaştığını görmek için zaman zaman izliyorum. Öte yandan, Deutsche Welle ve BBC de sıkça takip ettiğim yabancı mecralar.
Kendini siyaseten nasıl tanımlarsın?
Dar bir ideolojik çerçeve içerisinde tanımlamıyorum kendimi. Özgürlüklerden ve çoğulcu bir toplum tasavvurundan, hukukun üstünlüğünden yanayım. İnsanların birbirlerinin hayatlarını kolaylaştırması taraftarıyım. Bunu ideolojik bir çerçeve içinde tanımlayacaksak buna en yakın, en uygun duran yer sosyal demokrasi. Kendimi sosyal demokrat olarak görüyorum.
Gündelik hayatında öne çıkan bir kimliğin var mı?
Aile köklerine bakarsak; baba tarafım Muş Vartolu, anne tarafım da Erzincanlı. Hayatımda iki tarafın da etnik kimliği belirleyici olmadı hiçbir zaman. Sadece etnik kimlik değil, inanç kimliği de çok belirleyici olmadı. Sözgelimi kendimi bildim bileli, çekirdek ailem içerisinde etnik bir tasavvurla Türk olmak da Kürt ya da Zaza olmak da, bize uzak şeylerdi. Hiçbir zaman bir Kürt gettosunda yaşamadık, ağırlıkla orta sınıf Sünni – Türk çevrelerde sosyalleştik. Dolayısıyla etnik bir bilincin gelişmesini tetikleyecek ortamlardan uzaktaydık. Fakat kültürel form olarak Alevilik belirleyici oldu hayatımda.
SURİYE’DEKİ SAVAŞ İLE ALEVİLİĞİMİ YENİDEN KEŞFETTİM
Ne demek kültürel form olarak Alevilik?
Aleviliğin insan hayatıyla ilgili, toplumsal hayatla ilgili, bireysel ilişkilerle ilgili verdiği öğütlerden tutun; Aleviliğin müzikle alakalı formları, deyişleri, türküleri, şiirleri bu tür şeylerin toplamı Alevilik oldu benim için. Kültürel form dediğim bu. Aleviliğin ibadet pratiklerini, yani dinsel boyutunu ise epey geç keşfettim. Mesela Cem törenine ilk kez 24-25 yaşlarımdayken katıldım. Ancak son yıllarda Alevilik benim için kültürel form olmaktan çıkıp, dinsel ve siyasal bir pozisyona dönüştü.
Ne demek bu, açabilir misin?
Suriye İç Savaşı ile başlayan süreçte, AKP iktidarının mezhepçi bir iç ve dış politikaya yönelmesiyle beraber daha çok kültürel formda hissettiğim Aleviliğin, dinsel boyutunu da merak etmeye başladım. Çünkü karşımda sabahtan akşama benim kültürel form olarak benimsediğim bütünlüğü, dinsellik üzerinden yeren bir güç vardı ve ben de Aleviliğin bu boyutuna giderek ilgi duymaya başladım. Bu sadece bende değil aile bireylerinde de oldu. Daha önce olmayan şekilde Alevilik konuşmaya başladık. 27-28 yaşından sonra Alevi olmak daha önemli olmaya başladı benim için.
Suriye’deki iç savaş nasıl etkiledi Alevi kimliğini daha çok keşfetmeni?
Suriye’de Alevilerin iktidarda pay sahibi olmaları üzerinden Alevilere dönük sistematik bir nefret üretilmesi ve bu nefretin iç-dış politika ayrımı gütmeden sıkça karşımıza çıkması, kimliğe dönük bir sahiplenmeyi beraberinde getirdi. Tabi bu gözleri kapayıp edinilen bir sahiplenmeden çok, öğrenerek ve anlamaya çalışarak gerçekleşen bir süreç oldu, oluyor.
AKP SONSUZA KADAR İKTİDAR OLACAĞINI SANIYOR
Türkiye’de yaşananlar hakkında ne düşünüyorsun?
Ben yaşananlara tarihsel bir perspektiften bakmak gerektiğini düşünüyorum. Türkiye iyi kötü, yaklaşık 120-130 yıllık bir anayasa geçmişi olan bir coğrafya. Bu coğrafyada, özgürlük isteriz deyip, padişah devirip ardından gerçekleştirdikleri seçimlerde sandıkların başında sopalı nöbetçiler diken bir gelenek var. İttihat ve Terakki’den bahsediyorum. Yani hürriyet isteriz diye gelenlerin daha sonra baskıcı bir şekilde iktidara hükmettiği bir gelenekten, siyasal kültürden geliyoruz. İttihat Terakki öyle, CHP tek parti dönemi öyle, DP böyle, AP böyle, ANAP böyle. Bu açıdan AKP’nin yaptıkları beni şaşırtmıyor.
Modernleşme tarihi boyunca kamusal alandan dışlanmış bir kesimin kapsamlı ve yaygın bir demokratikleşme iddiası ile iktidara gelip, ardından otoriterleşmesi beni şaşırtmıyor. Beni şaşırtan insanların buna şaşırması. Buna şaşırmak ancak bu tarihsel perspektiften yoksun olmakla mümkün. Benim açımdan Türkiye’de olan tarih tekerrür etmesidir, yeni bir şey yok yani.
Sonu ne olacak bu sürecin?
Türkiye etnik olarak, politik olarak bölünmüş bir toplum. Toplumda farklı fay hatları var. Dolayısıyla gücün tek elde toplanması pek mümkün değil. Sadece belli dönemlerde, belli bir gruplar gücü elinde topluyor ama bu kalıcı olmuyor. Sıkıntı şu ki toplumsal ve tarihsel bellek zayıf olduğu için gücü eline geçiren bunun sonsuza kadar süreceğini düşünüyor. Oysa tarihsel perspektife sahip olsalar bu gerçeği görecekler. Şu an AKP, bu gücü ele geçirmiş halde ve bunu sonsuza kadar elinde tutacağını sanıyor. Bu süreç geçecek ve ardından muhtemelen Türkiye uzun bir koalisyonlar dönemiyle yönetilecek. Bugün AKP ile özdeş pek çok insanın orta veya uzak gelecekte, AKP`li olduğunu dahi anımsamayacağız belki de.
OTORİTERLEŞME DEĞİL TOTALİTERLEŞME VAR
AKP’nin gücü, iktidarı gündelik hayatlarını nasıl etkiliyor?
Karşımızda her iki kişiden birinin oy verdiği ama diğer birinin oy vermediği bir parti var. Güçlü iktidar partisinin olduğu dönemlerde insanlar kendilerini baskı altında hissederler. Bu normal. Ama ben ülkenin freni boşalmış bir kamyon gibi diktatörlüğe sürüklendiğini de düşünmüyorum. Bugüne baktığımda geçmişten tek fark, Erdoğan’ın daha önceki iktidarlardan daha fazla otoriterleşme imkanı bulabilmesi. Bugün Türkiye’de hissedilen baskı bu. Diğer yandan toplumda genel bir muhafazakârlaşma olduğunu görmek gerek. Fakat ben umutluyum, çünkü Gezi bize her an her şey olabileceğini gösterdi. Ve otoriterleşme arttıkça Gezi benzeri eylemler yeniden ortaya çıkabilir.
Genel dediğin muhafazakârlaşmayı açabilir misin?
Şunu bir kez daha ifade edeyim; Türkiye’de bir otoriterleşme eğilimi var, buna şüphe yok. Ama ben ülkenin tek parti diktatörlüğüne gittiği tezlerine katılmıyorum. Ülkenin mesela bir Saddam, bir Kaddafi rejimi gibi bir yere gittiğimi düşünmüyorum. Türkiye`de şüpheye yer düşmeyecek şekilde otoriterleşme ve aslında bir adim ötesinde, totaliterlesme var. Bu gidişatın boyutunu sözgelimi basında görebiliyoruz. Gazetecilerin, yazarların gelecekleri bir kişinin iki dudağının arasında ve o kişi ne gazetenin patronu değil, Cumhurbaşkanı Erdoğan. Erdoğan olmazsa Davutoğlu oluyor, Davutoğlu olmazsa bir bakan oluyor.
Bununla birlikte ülkede genel bir muhafazakârlaşma eğilimi de söz konusu. Ben bu muhafazakârlaşmanın çok kalıcı olacağını düşünmüyorum. İki nedenden dolayı. İlki Türkiye çok hızlı kentleşti. Bu hızlı kentleşmeyle beraber köyden kente göçen insanlar, gelenekselliklerini muhafazakârlıklarını büyük şehirlere taşıdılar ve kente, kentin dönüştürücü gücüne karşı bu muhafazakârlıkları ile direndiler. AKP’nin beslendiği damar da bu. Bu zaman içinde normalleşecektir. Toplumsal değişim budur.
AKP MUHAFAZAKÂRLIĞININ KARŞILIĞI YOK
İkinci neden…
Şu da var, AKP’nin topluma dayatmaya çalıştığı muhafazakârlık var. Bunun kalıcı olmamasının nedeni de; bu pratiğin entelektüel ve düşünsel zemininin zayıf olmasıdır. Bu muhafazakârlık Selçuklu mimarisiyle yapılan binalardan öteye gitmiyor. Ya da Karacaahmet Mezarlığı’nın karşısına modern tarzda cami yapmaktan öteye gitmiyor. Bu muhafazakârlığın sanatta, müzikte, edebiyatta, mizahta bir karşılığını göremiyorsunuz. Bu muhafazakârlık köksüz, temelsiz ve sadece görsellik üzerine bina ediliyor. Sığ bir muhafazakârlık var ve Erdoğan var oldukça olacak bu, zaten meşruiyetini de Erdoğan`ın bireysel karizmasından alan bir iktidar AKP. Erdoğan gittiğinde bunların hepsi azalacak.
Tekrar Aleviliğe gelelim. Suriye’deki iç savaştan sonra bu kimlik daha mı belirgin hale geldi senin ve ailen için?
Ben 2010 yılına kadar AKP’nin Alevilerin sorunlarını çözme konusunda samimi olduğunu düşünüyordum. 2010’da önemli bir kırılma oldu. İlki, Dersimli bir Alevi olan Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanı olması. İkincisi de Arap Baharı ve 2011’de Suriye’de iç savaşın başlaması. Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanı olması AKP’nin Alevilerden destek almasının imkansız olacağını görmesine yol açtı. Kemal Kılıçdaroğlu hem Alevi, hem Aleviler için önemli bir sembol olan dedelik makamında birisi. Bu pek çok Alevi’nin söylem ve politikalardan bağımsız olarak CHP’ye oy vermesine vesile oldu. Bununla birlikte Erdoğan`in, Arap Baharı ile beraber Ortadoğu’da Sünnilik üzerinden mezhep dayanışması ile bölgesel güç olma yönünde izlediği politika, Alevilere mesafe almasına yol açtı.
AKP’nin Aleviler/Alevilikle ilişkisi ne?
AKP’nin Alevilerle diyalog kurmaktan anladığı şey, Alevileri eşit yurttaş kabul etmeksizin can ve mal güvenliklerinin sağlamak. Aleviler yerine Aleviliği tanımlıyorlar, Aleviler yerine Cemevlerini tanımlıyorlar, Aleviliğin sınırlarının ne olması gerektiğini söylüyorlar. Buna bir de Alevilere dönük agresif söylemler eşlik edince; Alevilik bir zihinsel direniş hattı kuruyor. Ve siz de Alevilik nedir sorusu başta olmak üzere bir keşfe çıkıyorsunuz. Yani baskıyı yediğiniz yerden direnişi kuruyorsunuz.
Kendi adıma söyleyeyim, ben Aleviliğin dinsel boyutuna ilişkin öğrendiğim şeylerin çoğunu son üç-dört seneki okumalarımdan öğrendim. Bir nevi ne olduğunu yeniden keşfettim. Keza Almanya’da konuştuğum bir Alevi dedesi, ki kendisi Türkiye’den gelmiş birisiydi, Türkiye’de özellikle 18-30 yaş arası grupta Cemevlerine dönük ilginin müthiş artığını söyledi bana. Daha önce hiç Cemevine gitmemiş insanların, Cemevine gitmeye başladığını, Alevilikle ilgili kitaplara dönük ilginin arıttığını anlattı. Bu açıdan AKP iktidarı, Alevilere Aleviliklerini hatırlatma gibi bir işleve sahip oldu. Suriye ve Esad’a yaklaşımı bunu pekiştirdi. Ki ben yüksek lisans tezinde CHP çalıştım, doktora sürecinde Alevilerin oy verme davranışları üzerinde çalışmayı planlıyorum. Bunların hepsi son yıllarda oldu. Ve bütün bunlar Türkiye’ye dönüş planlarımın değişmesine neden oldu.
ALEVİ KİMLİĞİMLE AKEDEMİDE İŞ BULAMAM
Nasıl bir değişim oldu?
En başta akademisyenliğe ve doktora çalışmalarıma Almanya’da devam etme kararı aldım ve Türkiye’ye dönme fikrini bir süre erteledim. Aklımda hep şu var; acaba Türkiye’de olsam bu doktora konusu ve bu master tezi ile bir kadroya talip olsam, şansım olur mu?
Olmaz mı?
Olacağını düşünmüyorum. Sırf benim çalışma konularıma bakıp CHP ve sosyal demokrasi, Alevilerin oy verme davranışlarını çalışmış biri olarak kadro bulmakta şansım olacağını pek düşünmüyorum. Bu yüzden doktoramı burada yapıp ardından postdoc’u da Avrupa`da gerçekleştirmek istiyorum. Türkiye belki ondan sonra. Bir de doktorayı Almanya’da yapmayı önemli de buluyorum.
Daha önce Türkiye’ye dönme fikrin var mıydı?
Türkiye’den 2011’de ayrıldım. AKP iktidara geldiğinde ben 17 yaşındaydım. 2002 yılında AKP’nin Avrupa Birliği üyeliği hedefini, demokratikleşme perspektifini oy vermesem de uzun yıllar destekledim. Benim için kopuş, 2010 yılındaki anayasa referandumunda oldu. Çünkü 2010 yılında anayasa referandumu olduğunda, yeni bir anayasanın pek de mümkün olmayacağını o zaman anlamıştım. Yeni bir anayasa sözü verilmişti, fakat parçalı anayasa değişikliği yapıldı. 2007’deki seçimlerle askeri vesayeti gerileten iktidarın, 2010’daki referandumla sivil vesayeti gerileteceğini ve bundan sonra da hızla otoriterleşmeye gideceğini öngördüm ve maalesef bu öngörü gerçekleşti. Dolayısıyla 2010’dan itibaren ülkenin daha kötüye gideceğini öngördüm. Bu, bir faktördü benim için. Onun dışında en azından birkaç sene yurt dışı deneyiminin iyi olacağını düşündüm. Çünkü bir çevre ülkesinde yaşıyorum, Türkiye’deyken böyle düşünüyordum ve akademisyen olmak isteyen biri olarak Avrupa’da, merkezi bir ülkede olmayı önemli buldum.
Türkiye neden çevre ülke?
Türkiye sadece siyasi açıdan değil özellikle düşünsel ve entelektüel ortam açısından bir çevre ülkesi. Dünya ölçeğinde yaşanan pek çok düşünsel ve siyasal tartışma ne yazık ki Türkiye’de tartışılamıyor. Sadece akademik yetersizlikten değil, siyasi baskılar da bunda etkili. Son yıllarda düşünce ve ifade özgürlüğü üzerindeki baskılar bu tartışmaları da önlüyor. En son akademisyenlerin imzaladıkları bildiri nedeniyle başlarına gelenleri düşündüğünüzde tablo ne biçimde ortaya çıkacaktır.
Kısaca hem politik ortam hem de Alevi kimliğim beni biraz daha burada kalmaya itiyor. Diğer yandan Almanya hep benim için ikinci vatan oldu. Muhakkak. Ama şimdi olmasa bile bir gün Türkiye’ye döneceğim. Ama şu an o cesaretim yok.
NORMALLEŞMEYE OLURSA DÖNERİM
Hangi şartlarda Türkiye’ye dönersin?
Bir devrim olması, iktidarın değişmesi, iktidarı elinde tutanların yargılanması gibi büyük beklentilerim yok. Beklentim ülkenin normalleşmesi. Yani iktidarda AKP olsa bile kendini eleştiren insanlara normal tepkiler vermeleri. Ülkenin normalleşmesi.
Ne demek bu normalleşme, açabilir misin?
Yani bir tivit atarken, “Acaba bu yüzden göz altına alınır mıyım?” diye korkmamak ya da yolda yürürken bir polis arabası gördüğünüz zaman, kimlik kontrolü yaparlar mı diye korkmamak mesela. Veya bir gazetecinin eleştiri dozu yüksek bir yazısını okurken, bu gazetecinin bir daha yazısı yayınlanır mı diye düşünmemek. Yani iktidarda AKP’nin olup olmamasından bağımsız bir şekilde özgürlüklerin gerçekten Anayasa da ifade edildiği şekilde somut ve anlamını hakkını verecek şekilde kullanıldığı bir ortam normalleşme.
Bugün doktoran bitmek üzere olan biri olsan Türkiye’ye döner misin?
Sanırım dönmem ve doktora sonrası süreci bir biçimde uzatırım sanırım.