Edirnelilerin bile bilmediği Edirneli Ermeniler

Bütün ailesi Edirneli ve anne tarafından Pomak, baba tarafından Selanik göçmeni olan ben, Edirne’de ve Trakya’da birçok halkın olduğunun elbette farkındaydım. Fakat Roy Arakelian’ın ‘Edirne (Adrianupolis) ve Ermeni Toplumu’ adlı kitabını okurken karşılaştığım bir harita Ermeni halkının Edirne’den ne kadar derinden silindiğini görmeme sebep oldu.

NAZAN ÖZCAN /AGOS

Arakelian’ın kitabına koyduğu ve Ermeni nüfusu gösteren minik bir grafik, kırmızıyla işaretli yerin Edirne’deki tek Ermeni köyü olduğunu gösteriyordu. İşin en vurucu yanı ise, şimdi ismi Elmalı olan o köyün annemin doğduğu köy olmasıydı. Sonrasında biraz araştırınca, köyün isminin de ‘Elin Malı’ndan Elmalı’ya dönüştüğünü görmek çok acayip gelmedi. Acayip gelen, bizlere, hâlâ dayımın yaşadığı o köyün Ermeni geçmişine dair tek kelime edilmemesiydi.

“Baba tarafından ailem, üyeleri İtalyan uyruğuna kabul edilebildikleri için 1915 sürgünlerinden etkilenmemişti. Atalarımdan, Viyana’da mimarlık yapan biri, o zamanlar Avusturya –Macaristan İmparatorluğuna bağlı olan Venedik’te Avusturya Macaristan uyruğuna geçmiş, şehrin 1866’da İtalya Krallığı’na bağlanmasıyla da İtalyan olmuştu. Dahası bütün ailesini İtalyan uyruğuna geçirmeyi başarmıştı. Bizzat ben bu uyruğu muhafaza ettim. Buna rağmen anne tarafından dedem, Osmanlı İmparatorluğu uyruklu Mıgırdiç Avedisyan (Müjdesever) sürgünlerden kurtulamadı. O zamanlar 17-18 yaşındaydı. 27 Ekim 1915 gece yarısı, annesi Kornilya, babası Stepan ve küçük kardeşi Aram’la birlikte baskına uğrarlar. Kısmen yayan, kısmen hayvan vagonları içinde şimendiferlerle sürülen bu insanlar, çölde, Şam yakınlarındaki bir kampa götürülürler. Dedem, Edirne’de Arşagunyan okulundaki öğrenimi sırasında Almanca da öğrenmiş olduğu için Suriye’de üslenen Osmanlı ordusuyla Alman ordusu arasında tercümanlık yapar. Bu ölüm kampına ailesiyle birlikte terk edip İstanbul’a gitmeyi başarır. Ancak Edirne’deki ev ve Alipaşa pazarındaki dükkan ise müsadere ve kesin olarak işgal edilir.”

Roy Arakelian, Paros Yayıncılık’tan çıkan Tomas Terziyan’ın çevirdiği kitabı ‘Edirne (Adrianupolis) ve Ermeni Toplumu’ kitabında böyle anlatıyor aile hikâyesini. Bu aile hikâyesi, aslında kitabın sadece çıkış noktası. Yoksa 1968’de İstanbul’da doğan ve 35 yıldır Fransa’da yaşayan hukuk doktoru ve avukat Roy Arakelian, ‘Edirne (Adrianupolis) ve Ermeni Toplumu’ kitabını yazarken başka bir şeyi dert etmiş: Roma döneminden başlayıp Bizans İmparatorluğu egemenliğinde güç kazanan ve 1915’le yok olan Edirne’deki Ermeni varlığını, tarihi ve sosyolojik açıdan incelemek.

Selimiye Camii’nden çekilmiş bir fotoğraf. Eski Cami; ön planda, Ermenilerin dükkânlarının bulunduğu Bedesten ve arkada Rüstem Paşa Kervansarayı. Tanıklıklar, avlunun ortasında Sinan tarafından inşa edilen 1877-88 Rus harpleri sırasında yıkılan bir çeşme ile bir cami bulunduğunu belirtiyorlar. Kartpostal: Jv. D. Bajdaroff, Sofya (Roy Arakelian koleksiyonu)

Selimiye Camii’nden çekilmiş bir fotoğraf. Eski Cami; ön planda, Ermenilerin dükkânlarının bulunduğu Bedesten ve arkada Rüstem Paşa Kervansarayı. Tanıklıklar, avlunun ortasında Sinan tarafından inşa edilen 1877-88 Rus harpleri sırasında yıkılan bir çeşme ile bir cami bulunduğunu belirtiyorlar. Kartpostal: Jv. D. Bajdaroff, Sofya (Roy Arakelian koleksiyonu)

10 yıllık çalışma

Roy Arakelian, kitap için 10 yıl çalışmış. Kolay bir çalışmadan bahsetmiyoruz. Çünkü Edirne coğrafi konumu nedeniyle tarihi Ermeni platosunda yer almıyor. Bu yüzden eldeki veriler, kaynaklar çok kısıtlı. Arakelian’ın kitaptaki başarısı da burada yatıyor. Bugüne kadar yazılmış az sayıdaki ve dağınık bütün kaynakları bir araya getirmeye gayret etmiş. Kimi zaman dönemin ticaret yıllıkları, kimi zaman kilise kayıtları, kimi zaman Osmanlı arşivleri, kimi zaman tanıklıklar, kimi zaman ailesinin öyküsü, kimi zaman da Edirneli Ermeniler hakkında yazılmış birkaç kitap rehberi olmuş ve ortaya derli toplu bir Edirne ve Ermeniler tarihi çıkmış. Üstelik, kitapta Roy Arakelian’ın kişisel arşivinden ve başka arşivlerden nefis fotoğraflar var. Gözünüzle görmek, Roy Arakelian’ın tanıklığına tanıklık etmek, hafızaya kazınmasına sebep olur.

Arakelian kitabında kentin tarihsel çizgisini izliyor. Tarihsel çizgisine Roma dönemindeki ismiyle Andrianupolis’teki Ermeni varlığıyla başlıyor, Bizans ve Haçlılar dönüşüne de bakıyor. Akabinde Adrianupolis’in Osmanlı İmparatorluğu’na geçmesine ve Balkan Savaşları ve 1915’te yok olan Ermeni varlığına bakıyor. Üçüncü bölümde ise Ermenilerin sayısından mahallelerine, Ermenilerin icra ettiği mesleklere ve Ermeni cemaatinin ileri gelenlerine ışık tutuyor. En son bölüm ise Arakelian’ın aile hatıralarına ait. Söz aile hatıralarından açılmışken, kitapla ilgili kendi adıma en çarpıcı noktayı yazmadan geçmek olmazdı. Bütün ailesi Edirneli ve anne tarafından Pomak, baba tarafından Selanik göçmeni olan ben, Edirne’de ve Trakya’da birçok halkın olduğunun elbette farkındaydım. Rumlar, Yahudiler, Pomaklar, Gacallar, Muhacirler, yerliler, Yunanlar, Çingeneler hep hayatımızın içindeydi. Fakat Roy Arakelian’ın kitabını okurken, karşılaştığım bir harita Ermeni halkının Edirne’den ne kadar derinden silindiğini görmeme sebep oldu. Roy Arakelian’ın kitaba koyduğu ve Ermeni nüfusu gösteren minik bir grafik, kırmızıyla işaretli yerin Edirne’deki tek Ermeni köyü olduğunu gösteriyordu. İşin en vurucu yanı ise şimdi ismi Elmalı olan o köyün annemin doğduğu köy olmasıydı. Sonrasında biraz araştırınca, köyün isminin de ‘Elin Malı’ndan Elmalı’ya dönüştüğünü görmek çok acayip gelmedi. Acayip gelen, hala dayımın yaşadığı o köyün Ermeni geçmişine dair bizlere tek kelime edilmemesiydi.

Osmanlı’dan önce

Yazarın takip ettiği tarihsel çizgiye uyarak gidelim. Arakelian, ilk önce Roma dönemine bakıyor, arkasından Bizans yönetimi altında Bizans imparatorlarının Ermeni soylularından çok sayıda temsilciyi maiyetleriyle birlikte Balkanlar’a göndermeyi adet edindiklerini anlatıyor. 6. yüzyılda Ermeni tarihçi Sebeos şöyle yazıyor: “İmparator şu fermanı çıkardı: Ermenistan’dan haraç olarak alınacak 30 bin atlıya ihtiyacım var, dolayısıyla 30 bin ailenin bir araya gelip Trakya’ya yerleşmesi gerekmektedir.” Elbette gelenlerin kaynak göstererek kaldıklarını ispatlamak mümkün değil ama kaldıkları kesin. Adrianupolis Ermenilerinin varlığı 9. ve 11. yüzyıllar arasında yani Bizans’ın Makedonyalı Hanedanı döneminde daha da belirginlik kazanıyor. Hiçbir kaynak Bizans dönemi için Adrianupolis’teki Ermeni nüfusuyla ilgili bir değerlendirme vermiyor. Ama kitapta tarihçi Adonts, o dönemdeki savaşlar sırasında “çok sayıda Ermeni’nin tutsaklar arasında boy gösterdiğini” yazıyor. “Ya da ganimetler arasında Ermeni işi halılar, yün örtüler ya da her türlü giysi olduğu”nu kayıtlarına geçiriyor. Tıpkı, Bulgarlara karşı savaşa katılmaları için Bizans tarafından Trakya’ya gönderilen Ermenilerin askeri işlevleriyle ilgili önemli mevkiler işgal ettikleri kayıtlarda olduğu gibi.

Adrianupolis İncili

“Ermenilerin Adrianupolis’teki varlığının önemli ve somut bir tanıklığı, 11. yüzyıl başlarına tarihlenmektedir. Söz konusu olan Adrianupolis İncili’dir. Bilinen en eski Ermenice el yazmalarından biri olan Adrianupolis İncili, 1007’de burada kaleme alınmıştır. Ermenice yazılmış ve bu şehirle müsemma İncil, Bugün Venedik Aziz Lazarus Adası’ndaki Mıkhitaristlerin kütüphanesinde muhafaza edilen üçüncü en eski el yazmasıdır” diye anlatıyor Arakelian. Sonra devam ediyor: “Bir Ermeni’nin tarihi Ermenistan toprakları dışında bir Ermeni için kaleme aldığı bu eser büyük bir öneme sahiptir. Gerçekten bizzat Adrianupolis ve bulunduğu bölgede hatırı sayılır bir Ermeni kolonisinin varlığını kanıtlamaktadır.” İncili sipariş eden Hovhannes isimli bir asker, kaleme alan ise Karikos isimli bir rahip.

Osmanlı’nın Edirnesi

Edirne, 1316’da I. Murat tarafından alınıyor ve başşehir oluyor.  Arakelian anlatsın: “Büyük bir ihtimalle Ermeni tüccarlar, sultanların getirdiği canlılık karşısında, sarayın ya da ordunun ihtiyaçlarını tatmin için kalabalık bir halde oraya yönelmiş olmalılar. Böylece Ermenilerin varlığıyla ilgili belli sayıda tanıklık zikredebiliriz. Söz gelimi 1605’te Malatya şehrindeki bir Ermeni aileden Ermeni Süleyman Paşa adında biri, Müslümanlaştırılıp gerekli kademeleri aştıktan sonra Osmanlı hiyerarşisi içinde önemli bir simaya dönüşür ve Sultan’ın sarayının idareciğinin yapar.” Fakat tatsız olaylar da yaşanır. Lamartine’in aktardığına göre, “Evlendiği gün adet olduğu üzere sarı terlikler giyen genç bir Ermeni, düğün alayı ve nişanlısından koparılarak ölümle cezalandırıldı. Delikanlı Müslümanlara has giysiler kuşanmak suçunu işlemiştir.”

Selimiye’nin minareleri

Elbette neredeyse Selimiye Camii’yle özdeşleşmiş olan Edirne’yi anlatırken Roy Arakelian Mimar Sinan’a atlamayacaktır. ‘Sinan sayesinde yücelme’ üst başlığını taşıyan özel bölümde Arakelian şunları anlatıyor: “En önemli olaylardan biri Ermeni asıllı devşirme Mimar Sinan’ın 1569’da Sultan II. Selim’in buyurduğu Selimiye Camii’nin inşaatına başlamak üzere şehre gelmesidir. Sinan, Selimiye Camii dışında Edirne’ye on beş kadar eser kazandırmıştır. Cami kadar önemli olan Ali Paşa Çarşısı’dır.  Bugün Sinan’ın Ermeni kökenli oluşu ve ünü ile ilgili belli bir siyasi arka-planla orantılı tartışma yaşandığını görmek şaşırtıcı. Oysa şehrin Ermenilerinin bu konuda herhangi bir kuşkuları yaptı. Toplayabildiğim  tanıklıklarının hepsi, bu noktada birleşiyor. Edirneli Ermenilerin ortak belleğinde Ermeniler, Sinan ve işçileri arasındaki bağlar güçlüydü.”  Arakelian’ın çokça referans aldığı Hagop Ağasyan’ın 1935’te Plovdiv’de yayınlanan ‘Adrianupolis’in Ermeni Azınlığı’ kitabından da alıntı yapar: “Tanıyabildiğim, bu şehrin yerlisi Ermeniler, aile üyelerinin Sinan’ın idaresi altındaki caminin inşaatına katıldıklarını gururla anlatıyorlardı. O dönemde birçok Ermeni meslektaşı ve zanaatkârın, Selimiye Camii’nin inşaatını katılmak için Edirne’ye yerleşmeye geldiklerine hiç şüphe yok. Kendisi de Ermeni olduğundan, eserlerini icra etmek için ata vergiyi ustalıklarıyla ünlü Ermeni işçileri çağırmış olması pek tabiidir. Geçmişten gelen bilgilerimiz, Selimiye Camii’nin inşaatında Sinan’ın yanında çalışmış olmaları gereken taşçı, duvarcı, demirci, marangoz ve diğer mesleklerden iki yüz elli kadar Ermeni’den bahsediyor. Bu çalışma arkadaşlarının bir kısmı, sonradan bulundukları yere yerleşerek şehirde yaşayan Ermenilerin sayısını artırmışlardır. Sinan’ın Ermeniliği, 1785 tarihli Pyssonnel isimli birini yazdığı kitapta şöyle bir anekdotta yer alır: “Sultan Selim, biri İstanbul diğeri Edirne’de bulunan muhteşem ibadethanelerini inşa işini bir Ermeni’ye emanet eder.”

  1. yüzyılda Ermeni nüfus

Yazar, Sinan’dan sonra Edirne’ye daha detaylı bakabiliyor çünkü artık kaynaklar biraz daha fazlalaşmıştır. “ 1700 ve 1750 arasında, aşağı yukarı 200 bin kişi tahmin edilen nüfusuyla Avrupa’nın en büyük şehirlerinden biri. Ermeni tüccarlar da oraya yerleşirler. Faal bir Ermeni kilisesi tanıklıkları, şehirde hatırı sayılır ve etkili bir dini varlığını bulunduğu gösterebilecek onlarca tanıklık var” diye başlıyor bu bölüme ve devamını şöyle getiriyor: “Edirne muhtemelen 19. yüzyıldaki kadar çok sayıda Ermeni’yi bir arada görmemişti. Hiç kuşkusuz, bizzat şehirde beş binden fazla kişi yaşamaktaydı. 1874’te demiryolunun gelmesi daha da çok Ermeni’yi bölgeye çekerek İstanbul’la olan bağları ziyadesiyle pekiştirecektir. Şehrin tarihi surlarının dışında bulunan At Pazarı Mahallesi, bu dönemde gelişecek ve bir Ermeni Kilisesi ile okulu yine bu dönemde hayata geçirilecektir. Edirne’deki Ermeni toplumunun yapılaşması da yine 19. yüzyılda gerçekleşecektir. Şehir elli yıllık bir süre içinde ve tarihinde ilk kez, eğitimdeki gelişme sayesinde İstanbul’a iki patrik verecektir. 1. Boğos Kirkoryan (1815-1823) ve Sarkis Kuyumcuyan (1860-1861).” Şehir ve hayat gelişirken, Osmanlı siyaseti ve entelektüel hayatı da bundan payına düşeni alacaktır. 1876’nın I. Kurucu Meclisi’ne Edirne mebusu Rupen Yazıcıyan gidecek, aynı görevi 1908 Anayasası’nın ilanından sonra II. Kurucu Meclis sırasında Tekirdağ mebusu olarak Hagop Babikyan üstlenecektir.

Paşa Kapısı binası. 14 Ekim 1915 gecesi baskına uğrayan ilk 100 Ermeni, sorgulanmak üzere  bu hükümet binasına getirilecekler ve mallarına el konulacaktır. (Ağasyan, 1935)

Paşa Kapısı binası. 14 Ekim 1915 gecesi baskına uğrayan ilk 100 Ermeni, sorgulanmak üzere bu hükümet binasına getirilecekler ve mallarına el konulacaktır. (Ağasyan, 1935)

Ve 1915

“Osmanlı İmparatorluğunun tamamını etkisi altına alan karışıklık dönemi, Edirne nüfusunun dalgalar halinde sürülmeye başlandığı 1915’te en trajik noktasına ulaşır” diye anlatmaya başlıyor Arakelian ve şöyle devam ediyor: “Ağasyan’a göre birçok Ermeni’nin tutuklanması, cemaati öncü belirtiler olarak telaşlandırmaya yetmemişti. Karaağaç’ta sürgünler, 27 Eylül’de baş gösterecektir. Şehrin merkezindeki tutuklama ve sürgünler Ağasyan’a göre 14, Kevarkyan’a göre ise 27-28 Ekim 1915 akşamı başlayacak, bir başka dalga da 16 Şubat 1916’da baş gösterecektir. Tanıklar, sürgün emirlerini gece yarısı ve büyük bir gizlilikle icra edildiğin de birleşiyor. Edirneli Ermeniler, baskına uğratılıp Babaeski, Muratlı, Tekirdağ üzerinden gemiyle ya İstanbul’a ya da İzmit’e doğru sürülür, sonra iki kafile halinde, İstanbul-Konya-Pozantı ekseninde, hayvan vagonları içinde demiryoluyla Suriye ya da Mezopotamya’ya yayan götürülürler.”

Geriye kalmayanlar

Sonra rakamlara geliyor: “1919 sonlarına doğru Edirne Vilayeti’nde, 1914’ten önceki sayıma göre 19 bin kişiden 6 bin kişi sağ kalmış olsa gerek. Bunların büyük bir kısmı Bulgar yetkililerin müdahalesi sayesinde kurtulabilmiş. Ağasyan, Yunanlardan boşaldıktan sonra şehirde 1922’de 127 Ermeni, 1935’te ise 50 Ermeni kaldığını belirtiyor. Edirneli tarihçi Oral Onur, Edirneli Ermenilerle ilgili kitabının yayınlanması vesilesiyle yapılan bir görüşmede, şehirde 1950’den itibaren artık daimi olarak ikamet eden Ermeni kalmadığını açıklıyordu. Şahsen ben 1970’lere kadar bir avuç Ermeni kaldığını ama bildiğim kadarıyla bugün hepsinin ortadan kaybolduğunu söyleyebilirim. Bugün şehirdeki bin yıllık Ermeni varlığından harabeler dışında neredeyse hiçbir iz kalmamıştır. Bir zamanlar Ermeni toplumuna ait yapıyı seçebilmek için dikkatli gözle bakmak gerekir, böylece Gazi Paşa Caddesi’nde, Doktor Vasil Mayisyan’ın ailesine ait olan ve bugün Mihran Hanım Konağı adını taşıyan butik otel gibi tipik Ermeni evlerini saptamak mümkün. Ermeni kilisesi ve okuluna ait, Serhat Kız Meslek Lisesi adlı okulun yer aldığı binayı, Ermeni ruhban sınıfına ait olduğu için ‘papaz evi’ tabir edilen eski Vali Konağı’nı bulmak hâlâ mümkün. Ekrem Demiray Spor Salonu, Surp Toros Kilisesi arsası üzerinde yer alıyor. Doktor Artin Bey’in ahşap evini Meydan Mahallesi’nde, Kayık Caddesi 67 numarada hâlâ görebilirsiniz. Evin avlusuna bitişik, kırmızı renkli başka bir bina, bugün artık var olmayan diğer üç binayla birlikte Ermeni papazlara aitti.”

Nüfus yapısı

Yazar birçok kaynaktan nüfusla ilgili bilgi toplamış ve bunları belli bir anlayış içinde okuyucuya sunuyor. 1915 yılının Şark Yıllığı’na göre Edirne’de toplam 83 bin kişi yaşıyor ve bunların 40,437’si Türk, 23,342’si  Yunan ve Bulgar, 15,420’si Yahudi, 3,300’u Ermeni ve 500’ü Katolik. Onun öncesindeki sayımlara da göz atıyor yazar. Osmanlı tarafından yapılan sayımlara göre, 1870-71’de 771 hanede 3,657 Ermeni, 1890-91’de 3,779, 1897-98’oe 4,021 rakamları veriyor. Karşılaştırılan birçok belge bilgiye göre Edirne’deki Ermeni nüfusu 1915 öncesi 3500-5000 arasında oynuyor. Patrikliğin notlarına göre Edirne, şimdiki adı Kırklareli olan Kırkkilise, Dedeağaç ve Gümülcine’deki “müminlerin sayısı 8 bin, yerel yönetim sayısı 4, kilise sayısı ise 5 idi.”

Ermeni kiliseleri

Elbette yerinde yeller esiyor hepsinin, ama Edirne’de sur içinde Surp Toros adlı bir, sur dışında At Pazarı’nda Surp Garabed ve Karaağaç’ta Surp Krikor olmak üzere toplamda üç kilise bulunduğu kayıtlarla sabit.  Surp Toros Kilisesi’nin yanındaki iki okulun binaları, bugün Türk Ocağı Caddesi üzerinde bulunan Akşam Kız Meslek Okulu ve Şehit Asım İlköğretim Okulu’na hizmet veriyor. Arakelian, “Hıristiyan simgesi küçük melekleri/Kerubi bezemeleri büyük giriş kapısı üzerinde görmek hâlâ mümkün. Bu okullar toplam 450 öğrenci ve 17 öğretmene sahipti” diye yazıyor. İki yıl önce restore edilerek kullanıma açılan Edirne Sinagog’unun şansının bu kiliseler ve okullara da uğramasını temenni etmekten başka çaremiz yok gibi.

Nasıl geçiniyorlardı?

Nüfusa bakarken elbette yazar, Ermenilerin Edirne’deki mesleklerini es geçmemiş. Şöyle diyor: “Ermeniler banker, avukat, mimar, doktor, eczacı, fotoğrafçı, kuyumcu, marangoz ya da pansiyon işletmecisi gibi her türlü mesleği icra etmekteydiler. Karaağaç ile Edirne arasındaki Ermenilerin çoğu bostancılıkla geçinirken, şehirliler daha ziyade sanat ve ticaretle uğraşıyorlardı. Ağasyan kitabında Ermenilerin 19.yüzyıl sonu ile 20. yüzyıl başları arasında icra ettiklerini mesleklerin uzun bir listesini yapar ve çeşitli zanaatkarların adlarını zikreder. Yine de idare meslekleri göz ardı etmemeli. Nitekim 1891 yılının Şark Ticaret Yıllığı’da Ticaret Mahkemeleri Reisi’nin Artin Selyan Efendi, keza Beynelmilel Posta İdaresi Reisi’nin Papazyan Efendi adlı Ermeniler olduğu görülebilir. Harbisan Efendi adlı biri 1867 ile 1870 arasında Belediye Meclis üyeliği yapmıştır. Tütün Rejisi ve Şimendifer Kunpanyası da birçok Ermeni çalıştırmıştır. Özeltle cemaat, Edirne’de yaşayan 800 kadar ailesiyle yüzlerce ticarethaneye sahipti.”

 

Artık ne Ermeni kültürü ne Ermeniler var Edirne’de ama unutmamalı, ne olursa olsun, Ermeni Sinan’ın yaptığı Selimiye’nin kubbeleri şehre nereden girerseniz girin, ilk gözünüze görünendir.

EN SON EKLENENLER