1980’lerin sonundan itibaren “görünür” hale gelen ve çok hızlı bir örgütlenme sağlayan Alevi hareketi, kendisini yenileyemediği için enerjisini ve motivasyonunu önemli ölçüde yitirmiş durumda. Heyecanını yitiren Alevi hareketi kendisini tekrarlıyor. Hareketin kendisi değil, kişiler öne çıkıyor. Bu gerçeğin, seçim süreçleriyle ve siyasi gelişmelerle doğrudan ilgisi olsa da, Alevi hareketinin kendisini düşünsel ve örgütsel olarak yenileyememesinin belirleyici rolü var. Hem düşünsel, hem de örgütsel açıdan yeniden bir yapılanma olmadan bu durağanlığı aşmak, yeni bir heyecan ve motivasyon yakalamak mümkün gözükmüyor.
Oysa Alevi hareketinin kendisini yenilemesi ve sıçraması için zemin fazlasıyla var. Siyasi iktidarın kutuplaştırıcı ve ayrıştırıcı politikaları “bütün Alevileri” geniş bir “Alevi şemsiyesi” altına birleştirmiş durumda. Adları, farklı yorumları ve ritüelleri ne olursa olsun, bütün Aleviler artık “bir”; Anadolu Alevisi, Kızılbaşı, Çepnisi, Tahtacısı, Arap Alevisi, Bektaşisi hatta Ehl-i haklısı ve Caferisi ”bir”…
Bu gerçek ciddi bir avantaj! Bütün farklı yorumlara, coğrafi ve siyasi iklime rağmen bu böyle…
Hafta sonu Antakya’da, Defne ve Samandağ’da Arap Alevileri ile birlikteydim. Kuran, Kandil, Ramazan Orucu, Şeyh gibi Anadolu Alevilerine fazlasıyla “yabancı” kavramlara rağmen, yaşam tarzı, toplumsal ve siyasi refleksler genel olarak aynı. Bütün Alevilerin, özellikle de 60-70 yaş grubunun yaşam biçimine dönüşen sıcaklık, misafirperverlik ve yarenlik ise fazlasıyla aynı… Bir yanda Kuran okunurken, diğer yanda “dem” almak aykırı da değil, günah da…
Benzer bir gerçeği iki hafta önce Almanya’da Alevi Bektaşi Enstitüsü’nün yaptığı Hıdırellez etkinliğinde Balkan Bektaşilerinde de gözlemlemiştim… Onlar da ezilmişliklerini açıkça hissettirseler, Anadolu Alevileri ile “farklılıklarını” biliyor olsalar da, “aynı” olmanın “yabancı” olmamanın “bir olmanın” sıcaklığını yansıtıyorlardı…
Özetle, bir yanda kendini aşamayan, “özgül ağırlığını” yeterince hissettiremeyen bir hareket, diğer yanda farklı, cıvıl-cıvıl, dinamik bir toplumsal güç…
BAKIŞ AÇISI DEĞİŞMELİ
Yaşayarak öğrendik ki, eğer değişiklik olacaksa, -ki olmak zorundadır. Bunun ilk adımı da bakış açısını değiştirmekle mümkün olur!
Alevi hareketli öncelikle bir savunma psikolojisi ile sürekli kendini anlatmaya çalışmayı ve “karşı tarafa” onların istediği çerçeveye uygun olarak kendini kabul ettirme çabasını hızla terk etmelidir.
Örneğin, orta yerde Alevilerden kaynaklanan bir sorunun olmadığını, sorunun bir “sistem ve devlet sorunu” olduğunu artık daha yüksek sesle dile getirmeliyiz. Çünkü, “Alevi sorunu” diye sunulan sorun esas itibariyle yüzlerce yıldır devlete ve iktidara egemen olan “Sünni bakış sorunudur”! Alevilerin yok sayılması ve eşit yurttaşlığın reddedilmesi sorunudur.
Örneğin, Cemevi tartışmalarında artık yeni adım, “evet Cemevi Caminin alternatifidir” demek olmalıdır. Çünkü her inanç, bir başka inancın fiili olarak alternatifidir. Tıpkı caminin kilisenin alternatifi ya da sinagogun kilisenin alternatifi olduğu gibi!
Çoğunluk baskısından dolayı bu “alternatif olamama hali” değişmeden bir çok şey değişmez!
Örneğin, belediyelerin katılarını bir “lütuf” gibi algılamaktan, vatandaşlık hakkı orta yerdeyken “yardım dilenme” tavrından vazgeçilmeli!
Ya da örneğin, son AİHM kararı Alevilerin de kamudan eşit destek almasının önünü tam açıyor. Bu karar uygun olarak Alevi kurumları hükümet bütçesinden çalışmaları için pay istemeleri gerekir.
Alevi hareketi açısından değişmesi gereken bir diğer bakış açısı da “anılma” ve “sorunlar”dır! Alevi hareketi giderek bir “anma örgütüne” dönüyor. Tarihi katliamlarla dolu bir toplumun katliamları unutması ve anma yapmaması düşünülemez. Hiçbir katliamı unutturmamalıyız ancak yalnızca katliam ve sorunlarla anılan bir toplum olmaktan da hızla çıkmanın yol ve yönetimini bulmak gerekir!
Bakış açımızı değiştirdikçe, hem “çoğunluğun”, hem de Alevilerin kendi ezberleri bozulacak, eşit yurttaşlık talebi tümüyle öne çıkacak, sürekli şirin gözükme kaygısı da ortadan kalkacaktır…
BİRLİK İHTİYACI
Bugün artık ihtiyaca cevap vermeyen dernekler, vakıflar olmasaydı, Alevi kimliği bu kadar rahat telaffuz edilemezdi. Son 30 yılda kurulan dernekler, vakıflar çok büyük bir iş başardılar ve Aleviliği görünür kıldılar, güç yaptılar. 30 yıl içinde Alevilerin temel taleplerinde bir ortaklaşma sağladılar. Bugün isimleri farklı farklı olsa da, Türkiye’deki ve Avrupa’daki Alevi örgütlerinin temel talepleri, istekleri aynılaşmış durumda…
Bu pozitif gelişmelerin yanında, kukusuz ciddi sorunlar da var. Dünün başarısı üzerine takılıp kalmak mümkün değil, örgüt canlı bir organizmadır, yenilemediğin sürece geriler… Alevi derneklerinin, vakıflarının çou bugün yeni bir çalışma ortaya koyamıyor, yeni bir dalga yaratamıyor… Heyecan düşmüş, çalışmalara katılım azalmış durumdadır. Hareketli olan ve her ay binlerce insanın girip çıktığı yerler dergahlardır, cemevleridir. Buralara giden insanlar ise “yönetimde kim var, kim ne yapıyor” diye bakmıyor. İbadet için, 7 lokması ya da kırk lokması için, cenazesini kaldırmak için buralara gidiyor. Muharrem’de gidip orucunu açıyor… Özetle, kent koşullarında cemevleri ya da Şahkulu gibi, Karacaahmet gibi, Garip Dede gibi dergahlar yüzbinlerce insan için sığınılacak yer oluyor!
ALEVİ TEMSİLCİLER MECLİSİ
Alevi hareketinin önünde şu anda iki temel görev var:
Birincisi, Türkiyesiyle, Avrupasıyla mevcut bütün dernekleri, vakıfları, federasyonları bir araya getirecek yeni bir çatı örgütüne ihtiyaç var. Kimsenin kendi örgütsel yapısını feshetmesi gerekmiyor. Kırmaya-dökmeye gerek yok ama artık günümüzde, farklı isimlerde daha fazla örgüt kurmaya çalışmak yerine hem isimleri tekleştirmek, hem de yukarıda, en tepede, temsil kabiliyeti olan “Alevi Temsilciler Meclisi” gibi yeni bir yapı oluşturmak gerekiyor. Zira bugün federasyonlar başta olmak üzere Alevi kurumlarının çoğu, kurumsal bir özellik taşımıyor. Olanaklar da sınırlı olduğu için “el yordamıyla” yürüyorlar. Profesyonel kadroları ya yok, ya da yok denecek kadar az. Profesyonel kadro deyince de yalnızca “mekanı açıp kapayan, mutfak hizmetleri yapan personel” akla geliyor… Yani artık “Alevi Temsilciler Meclisi” için adım atma zamanı! Böyle bir yapı Alevi kurumlarındaki kurumsallaşmanın da önünü açar, taleplerde söylem birliğini güçlendirir, hak almanın yolunu kolaylaştırır… Siyasi partilere karşı eşit mesafede durmayı sağlar. “Ön ya da arka bahçe” tartışmalarını bitirir…
İHTİYAÇLAR DEĞİŞİYOR
Alevi hareketinin ikinci önemli görevi ise, yukarıda anlatmaya çalıştığım “bakış açısı değişikliğine paralel” olarak çalışma yöntemlerini değiştirmek.
Hem Alevilikle ilgili temel eğitim, hem de özel eğitim verecek akademik çalışmaların önünü açmak için, lisans ve yüksek lisans için üniversite ya da akademi hamlesi ciddi bir ihtiyaç. Aynı şekilde, bazı dergahları yalnızca Dedelerin eğitimden geçtiği mekanlar haline dönüştürmek de… Bu ihtiyaçlara verilecek cevap, özellikle kent koşullarında öğreti ve ritüellere yönelik bir çok sorunun da cevabını beraberinde getirecek… Ciddi bir kütüphane, arşiv ve dökümantasyon merkezi de çok önemli bir ihtiyaç… Üniversiteli öğrencilere yönelik burs ve yurt ihtiyacı da hızla ve giderek Cemevi açma ihtiyacının önüne geçmiş durumda. “Her mahalle bir Cemevi” yerine artık “her ilçeye bir yurt” talebi yükseliyor! Daha gerçekçi ve hayata dokunan talep de bu talep…
Düzenli bir dergi ya da gazete, ortak bir haber portalı, ciddi bir haber ajansı ve bir yayınevi gibi ihtiyaçlar ise olağanüstü acil ihtiyaçlar… Aynı şekilde bir dönem benim de içinde yer aldığım bir ekibin yayınladığı “Alevi Hak İhlalleri Raporu” ve bu raporu takip edecek “Hukukçular Birliği” de ciddi ihtiyaç…
Bütün bu ve bunlar ancak yeniden yapılanarak ve liyakatli kadrolarla olur… Alevi hareketi gelenekle bugünü, dedelerle profesyonel kadroları birleştiren, iddialı ve temsil kabiliyeti olan kurumlar yaratmalı…
24 Mayıs 2016, İstanbul
(saracnecdet@hotmail.com)