Bilindiği gibi yaklaşık iki aydır Terolarda bir mücadele devam etmektedir. Önce bu durumun ne olup olmadığına dair kısa bir açıklamaya ihtiyaç var. Terolarda yapılmak istenenin masum bir mülteci yerleştirme sorunu olmadığını defalarca belirtmiştik. Bu noktada bir ortaklaşmanın yaşandığını tespit etmek önemlidir. Aslında bu konu kendisiyle birlikte mülteci sorununa dair bazı konulardan da bilinenlerden farklı bir gelişmenin de önünü açtı. Yeterince tartışılmamış da olsa, mülteci sorununa bilinen ezberler üzerinde bakmanın her zaman yeterli olmadığı böylece açığa çıkmış oldu. Mülteci sorununun insan hakları bağlamının dışından da farklı boyutları olabileceği, yaşanan bu gelişmelerle karşımıza çıkmış olmaktadır. Bu tespiti yaptıktan sonra konumuza dönebiliriz.
Terolarda olan mülteci yerleştirme değilse nedir? Bu sorunun doğru cevabı, olan bitenin doğru tanımlanması, ne yapılacağının da doğru tespitini sağlayacaktır.
Maraş Terolara yerleştirilmek istenen mülteciler, devletin stratejik politikası olan etnik ve dinsel arındırmanın malzemesi olarak değerlendirilmektedirler. Hatırlanırsa ilk dönemler mültecilere karşı ötekileştiren, hatta yer-yer saldırıların yaşandığı kabul etmeyen tutum geliştiriliyordu. Mülteciler Avrupa kapılarını zorladıklarında, Avrupa devletleri de mültecileri Türkiye de tutmaları için devlete, Kayseri pazarlığıyla, rüşvet vermeyi kabul ettiğinde devlet, mültecilerin “para” ettiğini gördü. Bunun üzerine devlet, mültecileri iç politikadan da, hem 2023’te olmayı planladığı padişah- halifeliğin sosyal zemini olarak, hem de etnik ve dinsel arındırma amacıyla değerlendirmeye karar verdi. İşte bu karardan sonra, etnik ve dinsel arındırma projesinin hedefi olan Kürt Alevilerin yaşadığı bir alan olarak Maraş- Terolarda bu kampın yapımı gündeme geldi.
Maraş’ta yapılan kampı devlet, yukarıda belirtildiği gibi, kendi yüz yıllık etnik- dinsel arındırma stratejik politikalarını uygulayacağı bir fırsat ve imkân olarak değerlendirmektedir.
Konunun daha somutlaşması açısında bu etnik arındırma operasyonunun nasıl pratikleşeceğinin de kısaca ifade edilmesi faydalı olacaktır. Bu kamp devletin merkezi- stratejik politikalarının sonucu olarak ve merkezi bir planlama çerçevesinde yapıldığına göre, sorun kampın fiziki olarak yapılmasından ibaret değildir. Kampın yapılarak mültecilerin yerleştirilmesi birinci adımdır. İkinci olarak, bölge halkına yapılacak olan sistemli, sürekli ve giderek dozu artacak olan tacizlerle buraları terk etmeleri dayatılacak ve bu sonuç sağlanacaktır. Üçüncü olarak mülteciler vatandaşlaştırılarak, onlara, kadim sahipleri taciz edilerek terk etmek zorunda bırakıldıkları bu topraklar peşkeş çekilecektir. Böylece hem geleceğin padişah- halifelik siyasal yapısı için sosyal zemin tahkim edilmiş, hem de etnik ve dinsel ayrım gerçekleştirilmiş olunacaktır.
Bu planın Terolarda fiilen uygulanacağı belli olunca, bölgenin halkları hızla örgütlenerek bu gelişmeye karşı tutumlarını ortaya koymaya başladılar. “Yaşam alanıma, ovama ve toprağıma dokuma” diyerek haklarına sahip çıkacağını açıkça ve kararlılıkla ifade eden köylüler, buna uygun bir pratik geliştirmek üzere ilgili kurum ve bireylerle örgütlenerek, mücadeleyi başlatmış oldular.
Bu mücadelenin önemli bir toplumsal duyarlılık yarattığını biliyoruz.Bu şekilde ortaya çıkan bazı kazanımları belirlemek, bu kazanımları daha büyük kazanımların gerekçesi , dayanağı ve motivasyonu olarak değerlendirmek önemlidir. Bu mücadelenin iki önemli kazanımı olmuştur.
Öncelikle devletin bu etnik- dinsel arındırma planı deşifre edilerek soykırımcı politikalara karşı güçlü bir duyarlılık yaratılmıştır. Mülteciler konusunun bu özgün yanı ve Terolarda gelişen mücadele demokratik kamuoyunun gündemine taşınarak demokrasi mücadelesinin yeni bir alanı olmuştur. Özellikle mülteci meselesinin devlet tarafında ne denli kirli bir amaç için kullanıldığının daha somut olarak görülmesi ve anlaşılması Terolarda köylülerin sürdürdüğü bu mücadeleyle sağlanmıştır. Yaratılan bu duyarlılıktan dolayı kamuoyu daha etkili bir tutum almaya başladı.
İkinci olarak bölge halkının topraklarına sahip çıkma duygusu ve talebi en üst noktaya taşınarak sürecin başarıyla sonuçlanmasına uygun bir zemin yaratılmıştır. Köylerinde oturanların mülteciler tarafında maruz kalacakları tacizler karşısında topraklarını terk etmeleri değil, tam tersine yurt dışında ve şehir dışında olanların topraklarına dönmesi daha çok konuşulmaya başlanmıştır. Ortaya çıkan bu duyarlılık sonucunda, halkımız basit tacizlerle kadim topraklarını terk etmeyecek, tam tersine, daha güçlü sahiplenmeyle birlikte bu topraklarda demokratik mücadelenin gelişmesine güçlü bir destek yaratılacaktır.
Ancak bununla birlikte en temel ve asıl sorun henüz çözülmemiştir. Elbette bu iki kazanım sonuç itibarıyla asıl kazanılması gerekenden uzaktır. Bundan sonra olması gereken bu mücadelenin daha ileri hedeflere göre planlanmasıdır. Bu da mültecilerin vatandaşlaştırılmasının önlenmesi olmalıdır. Temel ve asıl olan budur. Başından beri belirtildiği gibi devletin bu planın özü bu mültecilerin vatandaşlaştırılarak ve köylülerin topraklarını terk etmesi sağlanarak etnik arındırma gerçekleştirilmiş olunacak. İkincisi ise mülteciler, padişah-halifelik projesi için sosyal zemini güçlendirecek, tahkim edeceklerdir. Bu tespit sürecin anlamını ve kapsamını daha doğru görmemizi sağlayacaktır. Buradan bakıldığında sorunun sadece konteynır kentin fiziki olarak yapılmasından, mücadelenin de o kentin yapımını sınırlandırmaktan ibaret olmadığı daha net görülecektir.
Aynı zamanda bu tespit buna uygun bir örgütlülüğünün gerekliliğini de zorunlu kılacaktır. Böyle merkezi bir devlet politikasına karşı yaratılması gereken örgütlülüğünde merkezi olması tercih değil, eşyanın tabiatı gereği ve doğal olandır. Buna göre ilgili tüm güçlerin katılacağı, fiziki olarak hareket etme olanakları olan, yerelde ki bileşenlerinde mutlaka içinde yer alacağı merkezi bir örgütlülük bu süreci taşıyabilir, yapılması gerekenleri yapabilir.
Bu anlamda ilgili örgütlülüğün, yukarıda belirtildiği gibi sorunu Maraş-Teroları mücadele mekanı veya orada yaşayan insanları zorunlu potansiyel eylemciler olarak görmeyeceğini, öyle ele alamayacağını temenni etmek gerekmektedir. Çünkü bölge halkının ve temsilcileri olan kurumların sürece katılımı sağlanmadan, onlarla ortaklaşılmadan yapılan her planlama beklenen sonucu vermediği gibi bölge halkının haksız bir biçimde suçlanmasına yol açan sevimsiz bir sonuç yaratmaktadır. Bunun yerine sonuç almaya odaklanmış bir eylem planı ve çizgisiyle Türkiye, Kürdistan ve yurt dışını kapsayan bir alanda, düzenli periyotlarla, yaygın ve çeşitlilik içeren bir eylem çizgisiyle bu sürecin yürütülmesi gerekmektedir. Öyle olmalı ki bütün toplumsal kesimler, düzenli bir planlamayla, bu konuda bir şeyler yapmak durumunda kalmalıdırlar. Böylece ilgili enerjinin daha etkili ve doğru kullanılması da sağlanmış olunacaktır. Sürecin bu şekilde bir plan ve örgütlülükle sürdürülmesi böyle durumlarda yaşanan ve eyleme önemli zararlar verdiren kimi gereksiz inisiyatif sorunlarının aşılması açısından da büyük bir imkan yaratacaktır.
Maraş-Terolar mücadelesi Terolara hapsedilmemesi gereken bir mücadeledir.Terolarda olan biten sadece Alevilerin veya sadece Maraşlı Alevilerin sorunu olarak görülmemelidir. Yine yukarıda yapılan temel tespite atıf yapmak gerekmektedir. Madem ki bu bir etnik- dinsel arındırma projesidir o halde buna karşı mücadelede demokrasi mücadelesi olarak tüm demokrasi güçlerinin mücadelesidir. Ancak bunun yanında Alevilerin veya Maraşlı Alevilerin bu sürece etkin katılımı veya önde olmaları da yadırganmamalıdır. Nasıl ki Artvin de Artvinliler önde olmuşlarsa. Alevilerin önde olmaları Alevicilik yapıldığı şeklinde ele alınmamalıdır.
Bu arada yaşanan sürecin Maraş/ 78 katliamının yarattığı halklar ve inançlar arasındaki tarihi düşmanlığın aşılmasına hizmet eden bir biçimde ele alınması, aslında sürecin bu bağlamda değerlendirilmesi gereken büyük bir imkan yarattığının belirtilmesi son derece önemlidir. Kampın yapıldığı alanda Kürt-Sünni köylerin varlığı ve bu köylülerin de sürece etkili bir katılımının sağlanarak, bunlarla birlikte Maraş’ın diğer halklarıyla temas etmek, onlarla kardeşliğin yeniden üretilmesi açısında ilk adımı atmak için bu gelişme büyük bir fırsat olarak ele alınmalıdır. Bu amaçla Maraşlı alevi ve Kürt olmayan halklara da bu vesile ile gidilebilmeli, süreç, onlarla kardeşliğin yeniden tesis edilmesi noktasında önemli bir avantaja dönüştürülmelidir.
Bu arada bir başka noktaya da değinmek önemlidir. Terolarda olanlar farklı bir tespitle ele alındığı için doğru olmayan bir beklenti ortaya çıkmıştır. Öncelikle sanki devletin merkezi olarak planladığı bu kampın yapılması, çok kolayca ve kısa zamanda önlenebilirmiş gibi bir algı oluşturuldu.
Ve bu algı, fiziki olarak kampın yapılıyor olması ileri sürülerek ispat edilmeye çalışıldı. Böylece kamp yerinde makinelerin çalışıyor olması, mücadelenin kaybedildiği şeklinde yorumlanarak bu yolla karşı koyuşun devamını sağlayacak motivasyon yok edilmeye çalışıldı. Oluşturulan bu zararlı algıdan hareketle, kampın yapımını önlemenin yerel devlet yetkilileriyle yapılacak çeşitli görüşmelerle sağlanabileceği gibi boş bir hayal yayıldı. Bunun sonucunda köylülerde, kısa sürede bir sonucun elde edilebileceğine dair yanlış bir beklenti oluştu. Bu beklenti, kolay zaferlerde kahramanlıklar yaratmaya hevesli olanlar tarafından da büyütüldü.Özellikle bürokratik tarzı esas alan CHP’li ilgililerin geliştirdiği bu algının, sürecin içinde kırılacağı ve aşılacağı belirtilmesine, çok yaygın ve yoğun olarak eleştirilmesine rağmen, etkisini kırmak çok kolay olmadı. Bununla birlikte halkın mücadele deney ve pratiğinin zayıflığı ve mücadeleci güçlere karşı geliştirilen saldırılar, yayılan korku havası sürecin sorunları olarak ortaya çıkmıştır. Bu sorunlar ve belirtilen algı güncellenerek mücadelenin moral dayanağı zayıflatılmaya çalışılmıştır.
Ancak durumun yukarıda üretilen algıya göre ve o algıdan öngörüldüğü gibi başarısızlık üzerinde değerlendirilemeyeceği iki aydır süren mücadele içinde çok net bir biçimde ortaya çıkmıştır. Yazıda anlatılmak istenende budur. En azında yaratılan kamuoyu duyarlılığı ve köylülerin topraklarına gösterdikleri sahiplenme bu mücadelenin ve halkımızın başarısı olarak, saygıyla, tescil edilmelidir.
Bu alanda gerçekçi olmayan beklentiler yaratmadan, ama basiretli bir patrikle ve doğru bir eylem çizgisiyle, güven verici, kararlı bir politik tutumla, topraklarımızın gasp edilmesini önlemek mümkündür. Böyle bir düşüncenin arka planında yatan ilk neden elbette ki halkın topraklarına sahip çıkmak konusunda ortaya koyduğu mücadele kararlılığıdır. Ancak bunun dışında başkaca bazı nedenlerinde bu süreçte etkili olabileceğini düşünmek yanlış olmayacaktır. Ortaya çıkan bu mücadele dinamiğinden sonra, süreci belirleyecek olan tek başına devlet değildir. Son tahlilde bu sürecin dinamikleri fazla ve farklıdır. Örneğin mültecilerin gelmesine yol açan Suriye savaşının seyri veya mültecilere yönelik olarak devletle Avrupa Birliği arasında yaşanan gelişmeler ve tabii halkın devam etmesi gereken kararlı mücadelesi sürecin gelişmesini etkileyen unsurlardır. Bu dinamikler üzerinde açığa çıkacak olan bir gelişme sürdürülen mücadelenin başarısı için olanak haline dönüşebilir. Bu da kazanma imkan ve ihtimalini güçlendirecektir.
Heyecanımızı umuda, umudu zafere dönüştürmek, izleyeceğimiz doğru politikalarla mümkündür.