Maraş Girişimi; bundan dört yıl önce çeşitli düzeylerde Maraş ile ilgili bölgesel sorunları, kültürel, sosyal çalışmaları ve Maraş Katliamı’nı uluslararası düzeyde mahkemelere taşınmak suretiyle, sorumlularının yeniden yargılanmasını amaçlayan bir oluşum olarak kuruldu. Daha önce Maraş’ta yaşanan çevre sorunları ile ilgili 2006 yılından bu yana birlikte hareket eden Maraşlılar Maraş Girişimi ismini alarak, bu amaca yönelik Türkiye ve Avrupa’da kendisini örgütledi.
Girişim, geçtiğimiz hafta -22 Mayıs 2016 tarihinde- Almanya’nın Frankfurt kentinde DGB Bildungswerk’te II. Maraş Konferansı, “Soykırım Kıskacında Maraş” adıyla toplandı. Yoğun ilgi ve katılımın olduğu konferansa konuşmacı olarak Mahmut Toğrul, Prof. Beyza Üstün, Avukat Mehmet Horuç, Rojda Yıldırım, Hüseyin Acar ve Şükrü Yıldız katıldı. Avrupa’nın birçok kentinden ve Almanya’nın değişik illerinden delegelerin katıldığı konferans Terolar’da yaşanan sürece denk gelmesi vesilesiyle, Terolar üzerinden Maraş Katliamı sonrası yaşan sürecin bir kez daha irdelenmesine vesile oldu.
I. Maraş Konferansı İstanbul Okmeydanı Cemevi’nde, 28 Aralık 2014 tarihinde, “Maraş 78 Kültürel Soykırım Katliamı Konferansı” adı altında yapılmıştı.
Her iki konferansın da Maraş’ta kimlik olgusuna dikkat çekmesi önemliydi. Hem konuşmacıların sunumları, hem de delegelerin dile getirdikleri Maraş’ın vazgeçilmezlerini ortaya koymuştur.
Maraş’ın vazgeçilmezliği Kürtlüğüdür, Aleviliğidir.
Devlet yıllardır bunun ortadan kaldırılması için katliam ve göçü dayatmıştır. Göç edenlerin yerine Cumhuriyetin ilk yıllarında Balkan göçmenleri, 12 Eylül darbesi sonrası Afgan göçmenleri dışardan getirilerek yerleştirilmiştir. Bugün ise Suriyeli göçmenlerin yerleştirilmesi suretiyle bölgenin etnik yapısını değiştirme siyaseti devam etmektedir.
Görünen o ki; devlet erki Maraş’ta nüfusları artık on binlerle ifade edilen Kürt Alevilerine dahi tahammül edememektedir. Azlık ve çokluk üzerinden bir egemenlik kurmayı değil, Alevileri ve Kürtleri yok etmek suretiyle bölgede homojen bir ırkçı faşist yapı arzulamaktadır.
Bilinmektedir, Osmanlıdan devralınan devşirme kültürü, ülkeye getirilen tüm kesimler üzerinde uygulanmaktadır. Balkanlardan, Afganistan’dan, Pakistan, Kafkaslardan göç ettirilen, getirilen tüm kesimler ırkçı ve faşist sistemin unsurları haline getirilmiştir. Bugün birçok kesim Yeniçeriler gibi kapıkulu olarak hizmet vermektedir.
Maraş’ın kadim halklarının birçokları yok olup gitmişlerdir. Bir mezar taşları dahi kalmamıştır. Maraşlılar için, Alevi Kürtler için kutsalların mekânı olan Maraş bugün bunla yüz yüze kalmıştır. Kutsalları kuşatılmış, halk dağıtılmış, dünyanın dört bir yanında yok olma sürecine girmiştir. Maraş, varlık ve yokluk sürecinin içinde geçmektedir. Gidişata dur demek hayati bir anlam ifade etmektedir.
Bu anlamda Terolar’ı Sur’dan, Cizre’den ve Kobanê’den ayrı ele alamayız. Suriye’den Kobanê’ye, Varto’ya, Terolar’dan Cizre’ye, Sur’dan Şengal’e kadar kendini konuşturan aynı gerici ve insanlık dışı zihniyettir. IŞİD ile El Nusra ve Erdoğan diktatörlüğü aynı kaynaktan beslenmekte, aynı uygulamalara imza atmaktadır. Ortak özellikleri insanlığa düşman olmalarıdır. Terolar’da yaşanan durum yerele hapsedilmeyecek kadar büyük olan evrensel bir sorundur. Bu temelde Terolar’dan başlayan, Sivas Diviriği, Malatya ve daha farklı Alevi bölgelerinde planlanan bu sistematik işgal politikalarına karşı bütün demokrasi güçleri direnişe geçmelidir.
Maraş’ın yalnızlaştırılmasına son verilmelidir. Maraş’ın yalnızlığı Alevilerin, Kürtlerin yalnızlığıdır. Türkiye metropollerinde milyonlarca Alevi yaşamaktadır. Maraş’ta yaşananlara ses çıkarmamaları, kendilerini anlamsızlaştırmalarıdır. Kendilerine sahip çıkamamaları olarak okunduğu bilinmelidir.