Madımak katliamının 23. yılı yaklaşırken acılar da, ölümlerde hiç unutulmadı. Kuşkusuz o anı yaşayanlar hiç ama hiç unutmadı. O yangından ağır yaralı kurtulan ve kardeşi Serkan Doğan’ı kaybeden Serdar Doğan o anları yazdı…
“göğ göğü tutmuşa benzer
yanmış tutuşmuş a kardaş
kanadı duymuşa benzer
uçar bir al kuş a kardaş”
30 haziran 1993 akşamı bütün aile yemekteyiz. Az sonra Pir Sultan Abdal Derneği önünden otobüsler hareket edecek; bir otobüste sanatçı-yazar- şairler; diğerinde tiyatro-semah-gençlik komisyonu üyeleri biz gençler.
Pir Sultan oyununda musahip Ali babayı oynayan Serkan; bir an önce derneğe gidip son hazırlıklarını yapmak istiyor ama babam ile anam, o son akşam yemeği süresini biraz daha uzatmak istiyorlar; sanki bunun son akşam yemeği olduğunu bilir gibi… Sanki onu; Serkan’ımı bir daha görmeyeceklerini biliyor gibi… Sanki gidişini unutturmak ister gibi… Serkan yemeğini bitirdi; annemin “az daha al, bir tabak daha ye” baskılarına aldırmadı. Babamın; “yola gideceksin, yol da belde bişey bulamazsın… ye… az daha… gitmeseniz…” “baba, az sonra otobüsler kalkacak, gitmeseniz ne demek? musahibi olmadan Pir Sultan ne eder oyunda, semaha kim çıkar, kaset-kitap satışını kim yapar” dedi Serkan ve her sofradan kalkışında yaptığı gibi, bir ekmeğin burnunu koparıp, ağzına tıkıştırdı…
Tabaklarca yese de, şişse de; illaki o parça ekmeği koparacak, parmağıyla zorlayarak ağzına tıkacaktı. Bazı bazı çaktırmadan yapıyorum o hareketi. Herkese dokundu Serkan, öptü, sarıldı, elini omzuna attı filan… Vedalaştı, sessiz, içinden, samimi, ürkütmeden… Gidip çantasını aldı odamızdan; “abi ben dekor-kostüm kontrolü yapacağım, dernekteyim, gelirsin” dedi. Sofrada hepimiz onu izliyorduk; “hadi, hakkınızı helal edin” dedi… Hakkınızı helal edin… Babam öfkelendi, ayağa kalkıp, evin kapısını kilitdi. “Gitmiyorsunuz” dedi, kapının önünde durdu. Ben araya girdim; “yahu baba lafın gelişi söyledi, yol gideceğiz” o kadar dediysem de babamın yüreğine o dakka düşen kora engel olamadık.
“göğneğimiz mintanımız
uğruya düşmüş canımız
candan akar kanlarımız
benzer vurulmuşa kardaş”
2 temmuz akşamı düşen o ilk kor, bitimsiz bir acının yangını olarak büyüyecekti. Gitmezsek bütün program bir birine girer, semah, tiyatro ve diğer görevler aksar falan-filan; babam, kapının kilidi açtı; ama kendi yüreğine ve diline kilit vurarak… Serkan’ımı o cehennemde bırakıp döndükten sonra, acaba açtırmasaydım mı diye hep sordum kendime… Babam hiç lafını bile etmedi; beni yeniden bulmanın hatrına belki de… Madımak katliamından yıllar sonra çekilen “babam ve oğlum” filimini izlemek için sinemaya giderken, hiç ağlamayacağım diye söz vermiştim kendime, ne olabilir ki beni ağlatacak? Evet, herkes hıçkırıklar içinde çıktığını anlatıyordu… Yine yanılmıştım; Çetin Tekindor’un; “burda dureydim böyle, tam burda, böyle golleyimi açeydim iki yana. tuteydim onu, tuteydim onu ben, getme diyeydim… Getme Sadık… On beş sene evvelsi, dureydim böyle Nuran, tuteydim Sadık’ımı… Sarılaydım böyle evladıma, getme diyeydim…- gitmez idi o vakit… kalırdı… ağzım dilim lal olaydı get diyen dilim gopeydi… benim yüzümden… benim yüzümden… benim yüzümden… Sadık Sadık… sadık…”
“süzülmüş can solmuş yüzün
durgun sulardan durusun
yanın düşmüş yorgun musun
gel yaslan kardaşa kardaş”
Tiradını okudu-oynadı, ağzım-dilim lal oldu; elim- ayağım-kanım çekildi; koca bir yumruk boğazıma oturdu ki; nefes alamıyorum… Ağlamak denmezdi benimkine, kimse de anlamazdı ya sebebini… Yılların iç sıkıntısı, gırtlaklanan bir dana sesiyle benden ayrılıyordu… İkinci defa izleyemedim… Otobüslere bindik, arkadaşlardan biri hemen açık olan teybi kapatıp, hareketli bir türküye başladı… Atacağımız adımlar sınırlı olsada, otobüsün koridorunda bir aşağı-bir yukarı halay çektik… Sevindik, eğlendik, coştuk, yorulduk… Serkan bağlamasını çıkarıp yeni öğrendiği türkülere başladı, bütün dostlarda eşlik ediyordu… “erken öleceğiz seninle biz, sabahtan önce öleceğiz” bir diğeri; “ başımda br sevda döner, ben yanarım kül olurum”… Onlar yandı; biz kül olduk… Yok olayları anlatmayacağım; o güne dek söyleyeceğim son söz; Serkan; 19 yaşındaki kardeşim-sırdaşım-dostum; bana emanet olanı, ben yanındayım diye “güven” duyularak teslim edilen emanetimi Madımak cehenneminde bırakıp geldim, emanetime sahip çıkamadım… Bu dert tek başına yeter bana…
“yürür müyüm durur muyum
çürür müyüm kurur muyum
sensiz kendim bilir miyim
döndüm ben bir düşe kardaş”
1 ve 2 temmuz’da ne olduğunu herkes bizim kadar biliyor… Şimdi Gezi-Taksim-Kızılay-Konak-Hatay-Dersim ve pek çok ilde olan direniş karşısında ,Erdoğan’ın dediği gibi “destan yazan polis” o günde destan yazdı… Polis kayıtlarına göre 20 bin kadar olan siyasal islamcı faşistin yürümesine, gaz bidonlarını elden ele taşımalarına, ilkin arabalarımıza, sonra bizlere gaz dökerek yakma girişimlerine ve başarılarına, katliamdan sonra bir kısmının Malatya, Erzurum, Kayseri, Elazığ’a bir kısmınında yurt dışına kaçmasına “sessiz” kaldı… Korktuğu için değil, taraf olduğu için… Aynı emniyet, “müslümanlar” adlı katliam bildirisinin kendi faksından etrafa yayıyordu…
“ocağımız engin yanar
acı yanar ağu yanar
ölmez ölümün uğuldar
dağa kardaş taşa kardaş”
Bugünlerde bize her sokakta sıkılan kimyasal gaz ve tomalı su takviyesi, o günlerde akıllarına bile gelmedi, katillere, katliamcılara “fiske” bile vuramadı… Otelden gördüğümüz bir görüntü herşeyi açıklıyordu. Normal olan; polisin göstericilere yüzünü dönmesi ve engelleyemeye çalışmasıyken, Madımak önündekiler göstericiler arasında; Madımak’ı izliyor, katilleri yüreklendiriyorlardı… O günden beri “destansı tarih yazmaya” devam ediyor polis… Ethem kardeşimizi vuran “kiralık katili” salarken; tomanın önünde dururken fotoğrafı var diye; pırıl pırıl dört genci, savcılık kararı ile gözaltına aldı devlet … Sivas’ı yakanlarında onlarca fotoğrafı vardı, Ethem’i vuran korkağın da video ve fotoğrafları… Hem o çocuklar; polis daha fazla kişinin canı yakmasın diye önünde duruyordu o zırhlı araçların, evet güçlüydüler, dim dik durdular ama elleriyle tahrip edecek kadar güçlü değildiler… 23 yıldır; taşları bağlayıp, “köpekleri” salmaya devam ediyorlar. 29 Haziran 2016 sabah dokuzda, Madımağın bilmem kaç bininci duruşmalarından biri var…
Madımak’ın 23.yılı… Ne acımız bitti, ne de öfkemiz… Bitmesine de izin vermiyorlar. 23 yıldır öldürmeye devam ediyorlar. Gazi’de, ‘Hayata Dönüş’ operasyonlarıyla cezaevlerinde, Ulududere’de, Reyhanlı’da, Gezi direnişi için Kızılay’da, Hatay’da, İstanbul’da öldürüyor… Suruç’da… Ankara garında… kör ediyor, sakat bırakıyor, fişliyor, gözaltı ve tutuklamalarla püskürtmeye çalışıyorlar.
Biber gazı, kimyasal tomalı su, plastik ve gerçek mermilerle, evlere düşen ateşle her yer Madımak, her yer yangın yeri aslında.
23 yıldır göremiyorum seni… Sesini unutmuyorum, ama unutmaktan korkuyorum… Gülüşün her dem aklımda… Ben de saklı, belki bu yüzden gülemiyorum… Seni çok özledim kardaş. 23 yıl ne ki? Daha dün gibi…
“sen bir özgürlük gülüsün
anadolu türküsüsün
al bir atsın süzülürsün
dağlara taşlara kardaş ‘”…