‘Lokma’ toplumsal varoluşun gıdasıdır

Antep’te ortaokul okurken, sınıfta aynı sırada oturduğumuz Türk arkadaşımla okul çıkışı yolda yürürken, dilenen bir kadın elini uzatıp bir şeyler istedi. Arkadaşım, bana oldukça tuhaf gelen bir önyargıyla, “bu Kürtler de… “ sözleriyle başlayan ve bilincinde şekillenmiş olan olumsuz ‘Kürt’ algısının refleksiyle serzenişte bulundu. O henüz sözünü bitirmeden, ben anında, “Kürtler dilenmez ki!…” diye tepki gösterdim. Ardından “ben de Kürdüm” deyince; bu kez o tuhaf oldu ve çok şaşırdı.

Bana o an, “Kürtler dilenmez” dedirten şey, ilk akla gelebilecek olasılık olan, bendeki milliyet kaygısı veya etnik kimliğimi vurgulama refleksi değildi. Bende o tepkiye yol açan algı; köy ve şehirde içinde yetiştiğim kendi toplumsallığımda dilenen hiç bir insana rastlamamış olmam ve bizim toplumsallığımızda bir insanın dilenebileceğine aklımın hiç ermemesiydi.

Çocukluk yıllarımı yaşadığım köy ortamında ve daha sonra şehirde devam eden aşiret-akraba ilişkilerinde hiç bir insanın dilenmeyi aklına getirdiğine tanık olmamıştım. Aksine; dilenmek ve birini dilenmeye mecbur halde bırakmak büyük bir ayıp olarak zihnimize, algılarımıza kodlanmıştı.

Köyde kapılar kilitsiz ve hırsızlık görülmezdi; zira çalmayı akla getirecek büyük bir eşitsizlik durumu da yoktu. Herkesin yaşam koşulları aşağı yukarı birbirine yakındı. Bayram gibi günlerde öncelikle daha yoksul olanlar akla gelir, lokma paylaşımında öncelik onlara verilirdi. Ne kimse aç ve açıkta kalır, ne de aç ve açıkta bırakılırdı. Ne kimse dilenir, ne de dilendirilirdi. Bu ahengin, devlet ve iktidar ilişkilerine fazla bulaşmamış tüm topluluklarda benzer olduğu söylenebilir…

İnsan, toplum ve doğa arasında rızalık

İnsanın insana karşı zora başvurması, başkasından daha fazlasına sahip olma güdüsü ve başkasından çalma fikrinin, yani iktidarcı aklın gelişimiyle ilgili olduğu söylenebilir. İnsanın yaşamsal ihtiyaçlarını tedarik etmek için başka insanlara ‘el açmasının’ tarihi de herhalde bu sınıflaşma ve farklılaşmayla, yani eşitsizliğin gelişim süreçleriyle ilgilidir.

Mutlak eşitlik şüphesiz olmaz, olmamıştır ama yaşanan eşitsizliğin giderilme yöntemi insani gelişmeyi bire bir etkilemiştir. ‘İhtiyacın tedariki; paylaşım ve dayanışmayla mı, yoksa zor yoluyla birilerinin elinde birikenden talep etme veya biat ve bağımlı olmayla mı gerçekleşmiş?’ sorusu can alıcı niteliktedir.

İktidarla tanışmamış, iktidar ilişkilerinin yıkıcı ve moral değer tüketici etkilerinden uzak kalmış doğal toplumlarda, yaşamın gerekliliği insanlarda paylaşım ve dayanışma, yani lokmayı ortak üretip, ortak tüketme algısını geliştirmiş. Sözkonusu paylaşım yalnızca insan-insan ve insan-toplum ilişkilerinde değil, insan-doğa ilişkilerinde de karşılıklı rızalığa dayalı, birbirini incitmeyen ve hakkını gözeten tarzda mükemmel bir aheng şeklinde gelişim göstermiş.

Yıkıcılık ve doğal olanı tahrip etme, iktidarcı aklın eseridir. Rızalık ilişkisi içinde paylaşım, dayanışma ve hak gözetme ise, insan ve can olgusunun temel manasını oluşturmuştur. Doğal toplumlarda, insanların yanısıra hayvan, bitki diğer canlıların da hakkı gözetilir. Rızalık, tüm canlılar arasındaki ilişkilerin temel mayasıdır. İnsan-toplum-doğa ilişkisinde tam bir ekolojik denge sözkonusudur. İnsan, hayvan, bitki; hangisi olursa olsun, cana kıymak, canı incitmek hoş görülmez ve paylaşım yapılırken de hepsinin hakkı gözetilir.

Canlının ve hakka yürüyenin lokması

Dersim ve çevresi coğrafyada Gaxan gibi kültürel ritüeller, bu rızalık ve paylaşımın çarpıcı ifadeleridir. Benzer inanç algılarının Yarsan, Kakeyi, Êzîdî ve iktidarla haşır neşir olmamış diğer Müslüman Kürt topluluklarda ve diğer halklarda da varlığı görülebilir.

Herkes, evinde yaptığı lokmayı alıp köyün en yoksulunun evinde buluşup, paylaşır ve birlikte yer. Ardından da sabaha kadar sohbet edilip, hikayeler anlatılır, kilam ve stranlar söylenir. Yani sadece yiyecek paylaşımı değil; duygu, moral ve umut paylaşımı da sözkonusudur.

Lokmasız kimse bırakılmaz. Hakka yürümüş olanlar için de lokma yani ’xêrê mêrdû (xêra miriyan)’ hazırlanır. Biraz un ve yağ karıştırılıp ateşe atılır, ki bununla hakka yürümüş olanların ruhları doyurulur. Yalnızca yılbaşında değil, yıl boyunca tüm bayramlarda, mezar ve ziyaretgah ziyaretlerinde de hakka yürümüş olanlar hatırlanır, onların hayrına tatlı ve farklı yiyecekler dağıtılır.

Elbette doğadaki diğer canlılar da unutulmaz. Hazırlanmış lokmadan bir kısmı evlerin etrafına, bahçeye ve doğaya savrulur, ki bu da börtü böceğin, doğadaki diğer canlıların lokmasıdır…

Her şeyin, her lokmanın, herkese paylaştırıldığı böyle bir toplumsallıkta kimse aç ve açıkta kalmaz, kimse kimseye el açmaz, kimse kimseden dilenmez, kimse kimseye ihtiyaçlarını gidermek için biat etmez, kimse yaşamsal ihtiyaçları için başkasını incitmez. Bilakis, toplumsal ilişkilerde paylaşım en önemli moral değer olarak öne çıkar. Doğayla da rızalık ilişkisi içinde birbirini incitmeyen, birbirini koruyan, birbiri için var olan, birbirinden güç alan ekolojik bir denge durumu gelişir…

Sifte hometê ra (siftê ji xelkê re)

Sözkonusu bu doğal paylaşımda, diğer önemli bir yaklaşım; hem fiiliyatın hem de niyazın öncelikle toplum, yani başkaları için olmasıdır. Duaz, niyaz ve gulbanglara da bu yansır; “siftê hometê ra!“ (önce halka, başkalarına…) denir.

Xizir çağrılırken Kurmancî; “Ya Xizirê kal / deriyê şer bigire, deriyê xêrê veke / Ocaxê tu kesî kor meke / Derdê bê derman mede tu kesî / Miradê tu kesî di çavan de mehêle…”

Ya da Kirmanckî olarak; “Ya wayîrê hard û asmenî / Neçar û xerîb meverde nî feqirî / Ya Xizir sifte hometê ra / Pey ra ke ma re bîye comerdîye…“

Ya can lokması ya devletin sadakası…

Lokma, toplumsal varoluşun maddi ve manevi gıdasıdır. Günümüzde kapitalist modernizm, insanları ve toplumları paylaşımcı algılardan soyutlayarak, herkesi kendi başına bırakıp kolay yönetilir pozisyonda tutmaya çalışıyor. Toplumlar hücrelerine, her bireyine kadar birbirinden soyutlanıp; kimsenin başkasının acısını, sevincini ve umudunu, yani lokmasını paylaşmadığı bir duruma getirildi. Bunun sonucu olarak da artık sorunlarını dayanışma ve paylaşımla çözemez oldular. Paylaşım ve dayanışma anlamını yitirmiş değerlere dönüştürüldü.

Devlet ve iktidar, insan ve topluma dermanı, kendisi için ihtiyaç duyduğu zamanda, kendi belirlediği ölçüde ve miktarda sunarak, yalnızca kendisine bağımlı tutmaya çalışıyor.

İnsanlar artık birbirinin paylaşım ve dayanışmasına değil, yalnızca devletin sunduğuna muhtaç hale getirilmiş durumda. Sadaka ve biat formülüyle; aç bırakılıp yeryüzü tanrısı devlet ve iktidarın sunacağı sadakaya bağlanarak, ona biat etme mecburiyetinde bırakılıyor. Bununla da insan ve toplum; kendilerini anlamlı kılan tüm moral ve etik değerlerden soyutlanıp, kumandayla yönetilen ve yönlendirilen ruhsuz, duygusuz makinalara dönüştürülmeye çalışılıyor…

Günümüzde yaşanan; insan ve topluma mana veren ve toplumsal paylaşım ve dayanışmayla gelişen doğal hak ve moral değerlerle, insan ve toplumun ruhsuz robotlara dönüştürülme çabasının savaşımıdır. Ya insan, toplum ve doğa arasındaki rızalığa dayalı doğal paylaşım yeniden canlandırılacak, lokmalar paylaşılacak yada yalnızca devletten bekleyerek, onun kendi ihtiyaçları ölçüsünde sunacağı sadakaya muhtaç, iradesiz ve anlamsız varlıklara dönüşüp, ona biat etmeye mahkum olunacak…

EN SON EKLENENLER