“Aynı evrende yaşamamalı cellâtlar ve çocuklar;
Ya ölmeli cellâtlar,
Ya da hiç doğmamalı çocuklar.” Ernesto Che Guevara
Che’nin dediği gibi; acılar içinde öldürülecekse çocuklar hiç doğmasınlar daha iyi.
Yazımı kaleme alırken Suriyeli Ümran’ın fotoğrafları tüm gazete haberleri, internet siteleri ve sosyal medya hesaplarında dolaşıyordu. Ülkeleri ve ülkeleri yönetenleri kana, savaşa, gözyaşına zorlayan ne olabilir dersiniz? Güç, otorite, iktidar, hırs, toprak, petrol, para v.s v.s
Çok sayıda neden sayılabilir ama bir tanesinin bile bir çocuğun gözyaşına değecek kadar anlamı yok. Bombalanan ve tepesinde sürekli savaş uçakları dolaşan ülkelerin çocukları, korkularından ağlamayı bile unutmuşlar. Sessiz olmayı öğrenmişler ya da sessiz olmaları öğretilmiş. Ümran’ın patlama sonrasında enkazdan çıkarılışını gösteren videoları izlediğimde onun vakur duruşundan ve sessizliğinden çok etkilendim. Ulusal ve küresel güçlerin, işbirlikçilerin çocuklar üzerinde oynadığı bu oyunu seyretmekten utanıyorum. Bir şeyi itiraf etmeliyim; 15 Temmuz gecesinden ve o gece evimizin tepesinde dolaşan F-16’ların sesinden çok korktum. Sabahı olmayacak bir gece gibiydi. Her an tepemize düşecek bir bombanın korkusuyla 38 yaşındaki bir kadın anne kucağında sığınıyordu. İnanın abartmıyorum. Sadece ses duvarını aşan bir F-16’dan korkan bizler, onlardan düşecek bir bombanın etkisiyle nasıl olurduk tahmin bile edemiyorum.
O gece yadırgadığımız, hor gördüğümüz, küçümsediğimiz sığınmacıların neden kaçtıklarını bir kez daha anladım. Yıkılan binaların altında annesini, babasını, evladını, yakınlarını bırakanlar yaşadıkları toprakları neden bırakmasınlar. Korkuyla nasıl yaşanabilir? Nefes alabilecekleri, sabahına güvenle uyanabilecekleri bir yaşam onların da hakkı. Dünyanın neresinde olursa olsun bir insanın hele ki çocuğun ölümüne, acısına yüreğim dayanmıyor…
Bırakın yaşasın insanlar, bırakın gülsün çocuklar, bırakın filizlensin çiçekler.
Dünyanın kurtuluşu; tankın ucundaki bombada değil, Yannis Ritsos’un BARIŞ şiirinde ifade ettiği gibi bir çocuğun gülümseyişinde…
**** **** ****
Gelelim bize…
15 Temmuz darbe girişiminin ve ardının yankıları hala sürüyor.
Açıkçası böyle bir kalkışmayı beklemiyordum ama cemaatin, devlette ve kurumlarında ne kadar etkili olduğunu biliyordum.
Yani ben “kandırılanlardan” değilim!
Yıllar önce Radyo Barış’ta yayın yaptığım dönemlerde Cumhuriyet Gazetesi yazarı rahmetli Deniz SOM ile telefon bağlantıları yapar ve gündemi değerlendirirdik. Çok iyi hatırlıyorum bir Cuma sabahı yayın esnasında Deniz SOM şunları dile getirmişti; “ F tipi örgütlenme almış başını gidiyor. Gelin bir Cuma günü hatta bugün Vatan caddesindeki Emniyet Müdürlüğüne gidelim ve bir tane bile polis bulabilecek miyiz bir bakalım. Hepsi Cuma’da olacaktır. Buna eminim. F tipi örgütlenme aksi bir yapılanmaya müsaade etmez. Böyle örgütleniyorlar ve mecbur bırakıyorlar.”
Şimdi; “Cuma namazına herkes gidebilir bu inançsal bir durum, bir gösterge olamaz.” diyebilirsiniz. Bende size rahatlıkla HAYIR diyebilirim. Neden mi? Eğer bir kurum kendi vatandaşına hizmet veremeyecek şekilde inanç değerlerini yerine getirmeye çalışıyorsa orası devletin kurumu olmaktan çıkmış demektir. Her ne koşulda olursa olsun kamu görevlisi görev yerini terk etmemelidir. Herkes çok iyi biliyor ki; F tipi yapılanma dini değerleri savunduğunu iddia ederek taraftar bulmuştur. 5 vakit namaz kılan, Ramazan orucunu tutan, dini sohbetlere katılan cemaat üyeleri makamlara getirilmiştir ve korunmuştur. Kendilerinden olmayanları ise deşifre etmişlerdir ve uzaklaştırmışlardır. Biz bunları dile getirdiğimizde ve emniyetteki vaziyeti konuştuğumuzda polislerden tehditler alıyorduk. Neticede o zaman F tipi yapılanmayla kol kola olanlar, ekmek yediğimiz kurumları kapatacak hamleler yaptılar ve başarılı da oldular.
Değerli okurlar 15 Temmuz öncesi ve sonrası için çok şey söylenebilir ve yazılabilir. Her gün kulaklarınızda çınlayan FETÖ/PDY analizlerinden en az benim kadar sıkıldığınızı tahmin ediyorum. Mesele şu ki; FETÖ’den bugüne kadar beslenmeyenler ve konum sahibi olmayanlar, boyun eğmeyenler bu ülkenin her zaman gerçek kurtarıcıları olmuşlardır.
Çocuğunu bedava okutmayan, sınavları hak yiyerek kazanmayan, öz abla ve ağabeylerinin dışında her hangi bir fikre ve bilgiye önem vermeyen, Fetullahın ağzını sildiği peçeteyi yemeyen, elini öpmeyen, saçına, kılına tapmayan; akıl ve asalet abidesi yurttaşlarımızla gurur duyuyorum. Vicdanım ve ruhum o kadar rahat ve huzurlu ki olmayanlara üzülüyor ve acıyorum.