Ali ERDOĞAN
Busene yazın, uzun süre kaldım, canım ülkemden. Hasret giderdim. Sizlere de sağlık veririm, gidin. Vatanınız: doyduğunuz yer değil. Doğduğunuz yer. İlk defa çıplak ayakla bastığınız yer, ilk kez havasını soluduğunuz, alfabesini öğrendiğiniz ve kuytularda sırdaşınla ilk kez fısıldaştığınız yerdir vatanınız.
Ülkemin sokaklarından gezerken, gözlem yapma olanağımız daha fazla oluyor. Acı daha fazlaca görünüyor. Puslu havaların (Barut, kan barındıran) kokusu sokaklarda, düğün salonlarında, kalabalık yerlerde dolanıyor.
Çocukların sokaklarda üşümesi, acıkması, hastaların parasızlıktan doktora gidememesi ve sokaklarda yaşaması konuşulmuyor. Acıtıyor içimi, burkuyor yüreğimi, ilacı bulunmayan bir yara gibi ıstırap veriyor insana. Halk korku içinde. Her an kör bir kurşunla ya da bir bombayla öleceğine inanıyor. Geçim sıkıntısı had safhayı çoktan geçmiş.
Elime bir gazete alıyorum, sayfaları karıştırıyorum. “Polise taş atan çocuklar”ı yazıyordu. Onlara terörist diye söz ediyordu. Polislere taş atan çocukları anlayan yoktu. Hep suçluyorlardı ve yaşlarının iki-üç misli cezalara çarptırıyorlardı. Biliyor musunuz, küçükken/çocukken oyuncağımı aldıklarında uyuyamazdım; tahta atımı ya da bebeğimi, yağmur yağarsa üzerine, ya yalnız kaldığı için karanlıkta korkarsa diye düşünürdüm.
Kürt çocukların oyuncakları nerede? Yanmış bir köy evinin, tankla yıkılmış mahalle harabelerinin arasında kalmıştı. Kürt çocukları onları arıyor olmasın.
Gazeteyi okurken düşlere daldım. Çocuk/bebek yaşta öldürülen, kamera karşısında ayakları kırdırılan çocukları anımsadım. Berkleri, Suzanları ve daha niceleri…. Sanki uykuda düş görüyormuş gibi, başı annesinin kucağında sağa sola oynatıyor, acımasız yılların karanlık çizgilerini taşıyan yüzü/yüzleri annenin okşayan ellerinin altında gerginliğinden sıyrıldı. Annenin parmakları, çocuğunun kanlı saç tellerini, yavaş ve sevecen, düzlemeye çalıştı; sonra alnında yürüyüp şakaklara geçti parmakları, oradan da yanaklara atladı…. Sonra onlara bir öpücükle tutup bırakmayan, hafifçe emen dudaklara….giderken parmaklar, kendileri de yatışmış. Çocuğun güçlü darbelerle düzenli atan şah damarının geçtiği boyun çukurunda kaldı. Şah damarı durmuştu. Çocuk ölmüştü. Annesinin kucağında ki bu çocuğun suçu neydi? Evine bir ekmek almak için sokağa çıkan çocuğun suçu var mı? Çocukluğunu yaşamadan evin yükü biniyor omuzlarına. Çocuklar bunalımda. Boşalmak için polise taş atmaz mı? Suçlu muydu?
Bazen tuhaf günler oluşur ülkemden: Bir başka doğan güneş ne getireceği belli olmayan bulutlar alçaktan geçip gider üstümüzden; rüzgâr insanı huylandırarak dört bir yandan esip gider. Burası Kürtlerin yaşadığı coğrafya ise, Jet uçakları büyük halkalar çizer havada, halkın yüreğine korku salmak için.
Eskiciden aldığımız bir romanı okumaya kalktığınız demeye kalmadan, el yazısı ile sararmış asırlık bir mektup hop düşer içinden önünüze. Size zarfın üzerinde kendi isminizin yazmayışına mutluluk gözüyle bakmak kalır. Böylesi tuhaf günler vardır ülkemden.
Sevgili okurlar, yılın son gününde böyle şeyler yazmak istemezdim. Ne acıdır ki, ülkem zifiri karanlık günlere gebe.