Almanya’da iki gün sonra gerçekleştirilecek genel seçimler öncesinde oy oranı giderek yükselen sosyal demokratlar sayesinde sosyal adalet gündemin birinci maddesi haline geldi. Popülaritesiyle sosyal demokratlara yönelik seçmen desteğinin artmasına yol açan Sosyal Demokrat Parti’nin (SPD) Federal Başbakan Adayı Olaf Scholz, asgari ücret, toplu konut ve vergi adaleti konularındaki hedefleriyle partisini yeniden bir kitle partisi konumuna getiriyor.
Seçmenlerin tercihlerinde hangi konuların daha çok rol oynadığına dair kamuoyu araştırmalarına göre sosyal adalet, diğerlerine büyük fark atarak ilk sırada geliyor. “Forschungsgruppe Wahlen”in araştırmasına göre seçmenlerin yüzde 53’ü “sosyal adalet” konusuna öncelik veriyor. “İklim krizi ve çevre koruma”yı daha önemli bulanların oranı yüzde 43’te kalırken, onu “sığınmacı krizi ve göç konusu” (yüzde 25) ve “koronavirüs pandemisiyle mücadele” (yüzde 22) takip ediyor. Araştırmacılara göre bu durum, pandemi nedeniyle yaşanan kapanma döneminde ülkedeki gelir adaletsizliğinin her zamankinden çok daha belirgin hale gelmesinden kaynaklanıyor.
Üst gelir grubu “home-office” sistemine kolaylıkla geçip, çocukları da “uzaktan eğitim”den etkin bir biçimde yararlanabilirken dar gelirli kitleler, küçük ve teknik altyapısı itibarıyla yetersiz evlerinde büyük sıkıntılar yaşadı. Kısa çalışma ya da işsizlik nedeniyle gelir düzeyleri daha da geriledi. Salgının ilk dönemlerinde her akşam alkışlanan sağlık ve bakım sektörlerinde çalışan emekçileri, kendilerine verilen sözlere rağmen hak ettikleri ücret zamlarını alamadılar. Büyük kentlerdeki konut sorunu daha da kötüleşerek devam etti.
Sosyal demokratların adayı Scholz, aslında bütün bu konularda sorumluluk taşıyan mevcut hükümette Başbakan Yardımcısı ve Maliye Bakanı olarak görev yapıyor. Aslında o da kişi başına yıllık milli gelir 45 bin dolarla dünyanın en zengin ülkelerinden biri olan Almanya‘da gelir ve servet dağılımındaki adaletsizliğin sorumlularından. Ancak seçim kampanyası bu durumdan zarar görmüyor, üstelik hükümette görev alması, yönetim deneyimi nedeniyle kendisine yönelik destek daha da artıyor.
Sosyal demokratların 1998 – 2005 yıllarındaki Gerhard Schröder liderliğindeki SPD-Yeşiller hükümetinin döneminde dar gelirli kesimleri ve sendikaları hayal kırıklığına uğratan politikalarının tahribatı da artık geride kalmış gibi.
PARTİLERİN YAKLAŞIMLARI
Scholz, SPD ağırlıklı bir hükümetin ilk iş olarak asgari ücretin saate 12 euroya (şu anda 9,60 euro) yükseltileceğini açıkladı. Bu normal bir işçi için ayda ortalama bin 500-bin 600 euro net aylığa tekabül ediyor. Sol Parti (onların önerisi 13 euro) ve Yeşiller (onların önerisi de 12 euro) hariç diğer partilerin bu konuda somut bir önerisi yok.
SPD’nin emekli aylıkları, işsizlik sigortası ve sosyal yardımların artırılmasına ve kolaylaştırılmasına yönelik önerileri ise Yeşiller ve Sol Parti’nin bu konudaki hedeflerine uyumlu. Farklı isimler altında her üç parti de devletin dar gelirlilere aylık bağlanmasını hedefliyor. Bunu “dayanışmacı asgari emekli aylığı” adı altında programına alan Sol Parti, bunun en az bin 200 euro olmasını savunuyor.
Hıristiyan demokratlar (CDU/CSU) ve liberallerin (FDP) programları ise mevcut durunda bir değişiklik ve iyileştirme potansiyeli taşımıyor. Aşırı sağcı AfD’nin programında dar gelirlilere yönelik parlak vaatler yer alıyor, ancak bunların sadece Alman vatandaşları ve kısmen de AB vatandaşları için sınırlı olacağı vurgulanıyor.
Sosyal demokratlar sosyal adaletle ilgili bir diğer hedefi de, dar ve orta gelirlilere yönelik vergi yükünün belirgin bir biçimde azaltılması ve üst gelir gruplarına yönelik vergilerin artırılması. Hıristiyan demokratlar ve liberaller tüm vergi oranlarının düşürülmesini savunuyor, iş güvenliğine ilişkin mevzuatta işverenler rahatlatacak düzenlemelere gidilmesini istiyorlar.
Sosyal adaletle ilgili bir diğer husus da konut sorunu ve kira politikası.
Sağ partiler özel sektörün kredi teşvikleri ve vergi indirimleriyle yatırımlara, bireyleri de benzer araçlarla konut satın almaya yöneltmeyi hedeflerken, SPD bu konuda kamunun var olan konut açığını gidermek üzere devreye girmesini hedefliyor. Başbakan Adayı Scholz, bunun için yılda 100 bin sosyal konut vaadinde bulunuyor. Konut konusundaki bir diğer hedef de kiralardaki artışın sınırlanması. Yeşiller de bu konuda SPD’yle benzer önerilerde bulunurken, Sol Parti devletin bu alana yılda 15 milyar euro bütçe ayırmasını, her yıl 250 bin sosyal konut yapılmasını ve kira artışlarının durdurulmasını savunuyor.
Sağlık ve yaşlı bakımı konularında partilerin vaatleri de diğer sosyal konulardakine benzer bir durum söz konusu. Merkez sağ ve liberaller, sağlık sigortasında kamusal ve özel sigortalara eşit ağırlık verirken, diğer partiler sağlık sisteminin vatandaşların gelir durumundan bağımsız bir biçimde, “dayanışmacı” bir yaklaşımla reforme edilmesini savunuyorlar.
Sağ partiler vergi, çocuk parası gibi konularda klasik aileleri esas alan mevcut sistemde iyileştirmelere öncelik verirken, SPD, Yeşiller ve Sol Parti, aile hukukunun günümüz koşullarına göre modernleştirilmesini, farklı aile modellerinin hak ve hukuklarının garanti altına alınmasını hedefliyorlar.
Partilerin tarım ve beslenmeyle ulaşım politikalarına diğer konulardaki saflaşmaları da aynı. Siyasi yelpazenin solundaki partiler ekolojik tarımı teşvik eden Avrupa Birliği politikalarını, sağlıklı beslenme konusunda kamunun yetkilerini artıran önlemleri savunurken, liberaller bu alanda AB‘nin önceliğine karşı çıkıyor. Sağ ve liberal partiler demiryollarının özelleştirilmesine sıcak bakarken, SPD ve Sol Parti buna kesin olarak karşı çıkıyor. Sol partiler otoyollarda seyreden araçlara saatte 130 km hız sınırı getirmeyi hedeflerken, sağdakiler buna kesin olarak karşı çıkıyor.
SIĞINMACILAR VE GÖÇ
Göç ve göçmenlerle ilgili tartışmalar bu seçim sürecinde daha önceki seçimlerde olduğu gibi fazla öne çıkmadı. Aşırı sağın bu konuyu istismar etmeye yönelik propagandası ve provokasyonları etkili olmadı. Başta AfD olmak üzere çeşitli aşırı sağcı, ırkçı ve yabancı düşmanı partilerin kışkırtıcı çıkışları beklenen etkiyi sağlamadı.
Ancak CDU liderliğinin aşırı sağcı ve komplocu açıklamalarıyla büyük bir skandala yol açtıktan sonra görevinden alınan istihbarat teşkilatının (BfV – Federal Anayasayı Koruma Dairesi) eski başkanı Hans-Georg Maasen’in milletvekili adaylığını önleyememesi, yabancı düşmanlığının sistem partilerinin tabanındaki yaygınlığını gösteriyor. Benzer örnekler diğer partilerde de gözleniyor.
AfD hariç tüm partiler yasalardaki “sığınma ve göç” hakkını savunuyorlar. Ancak bu konudaki somut hedefleri tarif ederken ayrılıyorlar. Hıristiyan demokratlar ve liberaller, sığınma başvuruları reddedilen göçmenlerin sınır dışı edilmesi konusunda kararlı davranmayı hedefliyor. Sığınmacı sayısına üst sınır getirilmesi önerisini kabul ediyorlar. Soldaki partilerin bu konudaki programları daha insancıl bir dilde. SPD ve Yeşiller, sığınma başvuruları reddedilenlerin sınır dışı edilmesine karşı değil, ancak güvensiz ülkelere sınır dışına kesinlikle karşılar. Sol Parti‘nin programı onlardan daha da ileri gidiyor ve sınırların tüm insanlara açılması“, sadece siyasal baskı nedeniyle değil, çevre felaketi ve yoksulluk gerekçesiyle “sığınma hakkı”nın yasallaşmasını savunuyorlar. Almanya’da yaşayan ancak yasal oturma hakkı olmayan herkesin durumunun yasallaştırılmasını talep ediyorlar.
Seçime kısa bir süre kala partilerin programları, vaatleri ve adayların açıklamalarına ilk bakışta, bir tarafta merkez sağ ve liberal (CDU/CSU, FDP), diğer tarafta da sol ve çevreci (SPD, Sol Parti, Yeşiller) partilerin saflaştığı bir manzara ortaya çıkıyor. Ancak tartışılan koalisyon modellerinin bu saflaşmayı yansıtması gerekmiyor. Nitekim gözlemciler aritmetik olarak mümkün olsa bile gerçekleşmesi en zor hükümet modelinin SPD, Yeşiller ve Sol Parti arasındaki ittifak olduğu hususunda birleşiyorlar.
GÜRSEL KÖKSAL