Süleyman Soylu, bir dönem Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde İçişleri Bakanıydı. Devletin geçmiş siyasi tarihine bakıldığında, hiçbir İçişleri Bakanı ya da siyasetçi, Süleyman Soylu kadar pişkin değildi. Pişkinliği bir yana, insanların gözünün içine bakarak yalan söyleyen, medyanın ve gazetecilerin karşısında suç örgütleriyle iç içe geçmiş, bunu saklama gereği duymayan bir kişilikti.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kimliğini dışa vuran bir resim. Her türlü insani değere düşman, onu yok etmek için saldıran karakterdeydi. Böyle birine İçişleri Bakanlığı görevi verildi. Şu anda ise İçişleri Komisyonu Başkanlığı görevinde bulunuyor.
Süleyman Soylu’dan sonra İçişleri Bakanlığı görevine Ali Yerlikaya getirildi. Yerlikaya’nın sosyal medya hesaplarından, iktidar cephesinin propaganda mekanizmaları tarafından desteklenen paylaşımlar yapıldığı görülüyor. Bu paylaşımlarda, uluslararası uyuşturucu kartellerine yönelik operasyonlardan ve bu operasyonlarda yüzlerce kişinin tutuklandığından bahsediliyor.
Bu haberler, Türkiye’de faaliyet gösteren çetelerin varlığına ve bu çetelerin Türkiye’ye neden geldiklerine dair soruları gündeme getiriyor.
İstanbul başta olmak üzere onlarca şehirde operasyonlar yapılıyor ve 20, 10, 30, 40 kişi gibi farklı sayılarda kişiler toparlanıyor. Her çetenin kendine özgü “marka” ismi var. Mesela, bir şahıs 8 yıl boyunca Türkiye’de kırmızı bültenle aranıyor, ancak Türkiye’de rahatça yaşamını idame ettiriyor. Böylesine bir ülkeden ve durumdan bahsediyoruz.
Görünürde, Yerlikaya ve Süleyman Soylu’nun göz yumduğu bu çeteleşme ve kurumlara karşı operasyonel bir durum geliştiriyor. “Türkiye değişiyor mu, değiştiriliyor mu” gibi bir durum ortaya çıkıyor, ancak realite bu değil. Görünen o ki, iktidarın ihtiyaç duyduğu yeni şekillenme ve organizasyonlar var. Mesela, mafyanın gruplarından, ‘bitanem Süleyman’ grubu eskiden iktidardaydı ve Süleyman kendi çetelerini Türkiye’de faaliyet göstermeleri için destekledi. Kara para aklama, uyuşturucu sevkiyatı, kadın ticareti, çökme gibi alanlarda faaliyet gösterdiler ve Süleyman bu işlerden pay alarak grubunu besledi.
Bu grup, devletin içerisindeki bir kanat oluyor ve bu kanat, işlerin organizasyonunu ve koordinasyonunu Süleyman’a vermişti. Ancak şimdi, devlet içerisindeki başka bir çete, Ali Yerlikaya şahsında, yeni bir çeteleşme ile karşılık vermek ihtiyacı duyuyor. Bir alandan bir grubu çektiğiniz zaman, yeni bir gruba alan açıyorsunuz ve o grubun oraya girmesini sağlıyorsunuz. Ya da rakip bir grubu tasfiye edip, onun yerine başka bir grubu yerleştirerek, Süleyman üzerinden akan kaynakların bu sefer Ali üzerinden diğer gruplara aktarılması gibi bir durum söz konusu oluyor.
Ali Yerlikaya’nın sosyal medya hesaplarına bakıldığında uyuşturucu ticareti karşısında, devletin ve polisin uyguladığı yöntem görülüyor. Yani, sokak operasyonları. Bunla uyuşturucuya karşı mücadele yapıldığı resmi çizilmeye çalışılıyor.
Oysa ki, Türkiye, uyuşturucu ticaretinde dünyanın en önemli ülkelerinden biri haline geldi. Kokainin tonlarla taşındığı ülke şu anda Türkiye. Latin Amerika ülkeleri neredeyse bu konuda adları anılmayacak durumda, ama Türkiye liderlik pozisyonuna doğru ilerliyor.
Şu anda Türkiye’ye tonlarca uyuşturucu geliyor ve bunlar çeşitli yerlerde yakalanıyor. Kimisi İtalya’da, kimisi Hollanda’ya giderken, kimisi uçaklarda, kimisi ise İzmir, Mersin limanına gelirken yakalanıyor. Dünya kamuoyu ve medya bu olayları yazıyor, ancak Türkiye’de bu tonlarca uyuşturucuyu taşıyan toptancılara dokunulmuyor. Özellikle Süleyman’ın döneminde bu durumun üstü örtüldü. Konuşulmadan geçiştirildi, Yerlikaya’nın da dokunmayacağı görülüyor. Tansu Çiler döneminde kayıtlara geçen Mehmet’lerin bütçe açığını kapatmak için uyuşturucu dağıtımını organize ettikleri biliniyor. Belgeleri ile yayınlandı. Bugünde devlet politikası olarak bu devam ediyor.
Olayın başka bir noktası sokak operasyonlarında dikkat çekici rakamların kullanılıyor olması. Örneğin, ‘operasyonumuzda 1000 kişi tutuklandı’, ‘600 kişi tutuklandı’, ‘300 kişi tutuklandı’ gibi. Yani, binlerce kişinin sokaklarda uyuşturucu sattığı bir ülkeden bahsediliyor. Resmi çiziliyor. Bu gösteriyor ki ülkede uyuşturucunun büyük bir lojistiği de var. Kokain, esrar, eroin gibi maddelerin gelmesi depolanması veya üretilmesi var. Mal var. Tonlarca, her çeşit. İşte bunu sağladığınızda sokaktaki binlerce kişiyi çalıştırabilirsiniz. Bir fabrika gibi düşünün; ne kadar çok elemanı varsa, o kadar çok üretim yapar ve o kadar çok talep görür. Eğer sokaklarda binlerden, on binlerden bahsediliyorsa, demek ki bu kadar mal geliyor ve bu malı kullanan, tüketen, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları var. Eroin kullanımında 30 yaş aralığında, Türkiye şu anda Avrupa’da birinci sırada.
Sokakların temizlenmesi hareketi, aynı zamanda yeni grupların o alana girmesi ile ilgilidir. Yani, sokaktaki bu büyük kavga aslında toptancılar arasındaki bir kavgadır. Uluslararası kartellerden bahsediliyor, ancak Türkiye’de yaşayan ve bilinen birçok kartel lideri var. Bu kartellerin müşterilerine ve dağıtım ağlarına müdahale ettiğinizde, yeni kartellerin önünü açıyorsunuz ve diğer uyuşturucu şebekeleri, çete grupları bu alanlara yerleşiyor. Böylelikle çeteleşme el değiştiriyor. Türkiye’deki operasyonel duruma ve sonuçlarına baktığınızda, yeni bir çeteleşmenin ve toparlanmanın olduğunu rahatlıkla görebiliyorsunuz, çünkü çok deşifre olmuş bir durum söz konusu.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti şu anda uluslararası alanda, ilişkilerde para dileniyor. ‘Şunu yaparsanız”, “biz bunu yaparız”, “şu kadar verirseniz”, “şunu yaparız” pazarlığı içerisinde. Türkiye’nin şu andaki düşürüldüğü durum gerçekten utanç verici. Körfez ülkelerine gidip, “Bize söz verdiler, şu kadar para, kaç milyarlık anlaşmaya imza attık” diyorlar. Sonra arkasından bakıyorsunuz, gerçekte neler olduğunu görüyorsunuz. Avrupa’ya gidip, çeşitli sözler ve vaatlerde bulunuyorlar ama karşılığını alamıyorlar. Güvenilir, sözünde duranlar listesinde yoklar.
Uyuşturucu tacirlerini, mafya çetelerini, kara para aklayanları ve katilleri besliyorlar. Bu durum karşısında, uluslararası topluluk Türkiye’den operasyonel bir durum bekliyor. ‘Eğer bu çeteleri izole etmezseniz, minimize etmezseniz, size destek veremeyiz’ diyorlar. Özellikle Avrupa’dan bu talebin geldiği biliniyor. Türkiye ise her zaman yaptığı gibi sahtekarlığa başvuruyor. Yapıyormuş gibi, yapıyor. Deşifre olanları toplayıp, sokağa operasyon çekmek ile işi kotaracağını sanıyor.
Süleyman’ın açık bir tarafı vardı. Kendisi medyada sıkça gündeme gelen fotoğraflar veriyordu. Hangi suçtan bahsederseniz bahsedin, Süleyman’ın o şahıslarla resmi vardı. Eğer bir haberde Süleyman’la bir resim yoksa, o zaman bu kişi Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde suç işleyenlerden biri değildir. Süleyman, hangi suçlu varsa, o suçlunun hemen yanında fotoğraflarıyla birlikte çıkıyor.
Türkiye kendi halkına yalan söyleyip, onları peşine takıp yol alınca dünyayı da kandırdığını sanıyor.
Türkiye’deki propaganda, askeri güçlerin oluşturulması ve Ortadoğu’daki dengelerin bozulması gibi konuları da içeriyor. Ali Yerlikaya’nın İçişleri Bakanlığı’nda oluşturduğu imaj, sanki Recep Tayyip Erdoğan’ın kontrolünde olmayan bir güç gibi gösterilmeye çalışılıyor. Süleyman Soylu’nun etkisi ve Ali Yerlikaya’nın kendi başına işler çeviriyor gibi bir algı yaratılıyor. Ancak biliniyor ki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde en belirgin şey, Recep Tayyip Erdoğan’ın tartışmasız otoritesidir.
Her şey Erdoğan’ın iki dudağı arasında. Klasik Osmanlı Bankası’nın reklamlarında olduğu gibi, “Yok bir birimizden farkımız ama biz Osmanlı bankasıyız” ‘Yerli Kaya’ ve ‘Soylu’ arasında bir fark olmadığını ve ikisine de görev verenin Erdoğan olduğu gerçeğini unutmamak lazım.
Dengelerin Türkiye’de nasıl kurulduğunu görmek önemli. Ne kadar dibe inmişseniz, o kadar büyük laflar ediyorsunuz. Korkak olanlar aslan oluyor, hırsızlar dürüst oluyor; böyle bir memleket durumu söz konusu. Süleyman Soylu, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin açık yüzüdür. Bazıları Süleyman’la diğerleri arasında fark olduğunu düşünebilir, ancak aslında öyle bir fark yoktur. Birisinin gizli olarak, diğerinin üstünü kapatarak ya da medyanın dışında örgütlediği bir durum ve pozisyon, Süleyman Soylu tarafından açıkça sergileniyordu.
Süleyman Soylu’nun bu kadar özgüvenli olabilmesi için bir sebep olmalı. Türkiye Cumhuriyeti’nde kimin ne olduğu ve yarın ne olacağının belli olmadığı bir yerde, kendisi devletin ve Erdoğan ittifakının bir parçası olarak var. Bu ittifakın bir parçası olmanın verdiği özgüvenle, ekranlara çıkıp her türlü iddiayı ortaya koyabiliyor. ‘Ağustosta biz uçuracağız’ dediği zaman, aslında enflasyon ve dolar uçtu. Kendisini kıskandıklarını iddia ediyor, ama gerçeklikte kıskanılacak bir durum yok. İstekleri olmayınca kapı önünde havlayan bir pozisyon ve siyaset ürettiler, ancak bunun ötesinde bir şey çıkmadı.
Bütün iddialarına ve söylemlerine bakıldığında, bu durumun aslında ittifakın bir parçası olmaktan kaynaklandığı söylenebilir. Kısaca, Süleyman Soylu, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, dediğim gibi, resmi bir yüzüdür. Kimliğidir, kendisidir.