Dinsel ve siyasal lider kimliğiyle Seyid (SÍy) Rıza’yı tanımayan Alevi yok gibidir. Onun, darağacında söylediği şu son sözler, onun idamında bizzat bulunan İhsan Sabri Çağlayangil tarafından ilk kez bilince çıkarılmış ve insanların belleğine kazılmıştı:
“Seyid Rıza’yı meydana çıkardık. Hava soğuktu ve etrafta kimseler yoktu. Ama Seyid Rıza, meydan insan doluymuş gibi sessizliğe ve boşluğa hitabetti: Evlad-ı Kerbelayıh. Bihatayıh. Ayıptır. Zulümdür dedi. Benim tüylerim diken diken oldu. Bu yaşlı adam rap-rap yürüdü. İdamı yapac ak çingeneyi itti. İpi boynuna geçirdi. Sandalyeye ayağı ile tekme vurdu, infazını yaptı.” (Güneş gaz. 19.8. 1989).
Bugün mezarı bile bulunmayan, ancak başta Dersim bölgesi olmak üzere Alevi toplumunda büyük bir saygınlığı bulunan Seyid Rıza’da, kuşkusuz her insan gibi, içinde bulunduğu toplumsal ortamın ürünüdür. Ancak, idamını bizzat yürüten kişide bile saygınlık uyandıran bu kişinin yetiştiği toplumsal ortam bir yana, üzerinde birinci derecede etkisi bulunan babası Seyid (SÍy) İbrahim bile yeterince bilinmemekte ve tanınmamaktadır.
Seyid İbrahim kimdir?
Belirlediğimiz kadarıyla, Seyid İbrahim konusunda ilk bilgileri veren ve resmini yayımlayan, Amerikalı araştırmacı H. N. Barnum’ dur. Barnum, 1890 yılında yayımladığı “Kızılbaş Kürtler” konulu bir incelemesinde şu bilgileri aktarmaktadır:
“Birkaç hafta önce bu bölgenin önderlerinden olan dört kişi beni aradı. Devlet paşasının davetlileriydiler. Sultanın hükümeti önünde and içtikten sonra, Paşa her birine yeni giysilerin yanısıra birçok hediye armağan etti. Yeni kıyafetleriyle resim çektirdikten sonra, bunları Sultanın yanına yolladı. Fotoğraftakilerden İbrahim adındaki kişi, Seyidler arasında en çok sayılanlardandır. Üzerinde, göze çarpan, gösterişli, ağır, altın işlemeli kırmızı bir pelerin var. Sağındaki yaşlı adam, dağlarda en etkili kişilerden olan Yusuf Ağa’dır. Yıllar önce köyüne yapmış olduğum bir gezi sırasında, eşinden çok etkilenmiştim. (…) Yusuf Ağa’nın yanındaki kişi ise oğludur. Ancak, kendisi babasından daha yaşlı görünüyor.” (Bkz. M. Bayrak: Alevilik ve Kürtler, 1997, s. 326)
Burada sözü edilen Yusuf Ağa’nın; Seyid İbrahim’in yakın dostu ve daha sonra Hasan Hayri ve Ahmet Ramiz gibi yakınları, Aşiret Mektebi’nde okuyarak subay yetişecek olan Gangozade Yusuf Ağa olduğunu sanıyorum. Seyid Rıza’nın torunu, Seyid İbrahim’in babasının adının Qere Sılema, onun babasının adının da Bava olduğunu söylüyor (Bkz. SÍy Rıza’nın Torunu Anlatıyor, Pir Dergisi, Sayı:4/1995).
Dersim’i ilgilendiren her konuda olduğu gibi, kader birliği yaptığı Seyid Rıza’nın babası Seyid İbrahim hakkında da en ayrıntılı bilgiyi veren kişi Dr. Vet. M. Nuri Dersimi’dir. Dersimi, Seyid İbrahim hakkında öncelikle şu bilgileri bize ulaştırıyor:
“Seyid İbrahim, Batı Dersim’in Şeyh Hasanan aşiretinin kabile reisleri yani Ocak sülalesinden sürüp gelen ve Kürtler’ce en asil sayılan bir ailenin oğludur. Tarikat noktasından dahi en yüksek derece olan Rahber mertebesine varmış olduğu için, kendisine Seyid unvanı verilmiş ve bu suretle gerek asalet cihetinden ve gerek manevi cihetten Dersim’in Şeyh Hasanan aşiretlerinin cümlesi kendisini aşiretlerin baş evladı tanımıştır.
Deri Ari köyünü Seyid İbrahim kendisine yerleşim yeri olarak seçmişti. Seyid İbrahim, oğlu Rıza’da gördüğü zeka ve direnme gücü dolayısıyla onu çok severdi. Bu nedenle, ölümünden sonra aşiretlerin idare önderliğini Rıza’ya bıraktığını vasiyet etmişti.
Seyid İbrahim, tahsilini dedem Colikzade Mehmet Ali Efendi’den görmüştü. Seyid İbrahim’de, oğlu Rıza’yı yurtseverlik bilinciyle yetiştirmişti. Yöre insanları Seyid Rıza’ya Rızo ve Rayber veya (babasının oğlu) anlamına gelen LacÍ Baboyî unvanlarıyla hitap ederlerdi.” (Kürdistan Tarihinde Dersim, yeni bas. 1988, s. 291)
Nuri Dersimi, Hatırat’ında yukardaki bilgilerin yanısıra, konuya ilişkin kimi yeni bilgiler de veriyor. Bölgenin başlıca eğitimcilerinden ve şairlerinden olan babası Mıla (Hoca) İbrahim’in; yörede “Bavo” adıyla anılan Seyid İbrahim’e uzun süre özel kâtiplik yaptığını ve zaman zaman ders verdiğini belirttikten sonra şu eklemeyi yapıyor:
“Bavo adıyla anılan Seyid İbrahim döneminde Dersim, tam anlamıyla kesin surette bağımsız olarak Osmanlı saltanatına boyun eğmemiştir.”
Dersimi, Seyid İbrahim’in ölümünden sonra oğlu Seyid Rıza’nın, babasından ders almaya devam ettiğini; öte yandan babasının, Karabal Aşireti Reisi Gangozade Yusuf Ağa’nın katkılarıyla Hozat’a bağlı Ağzunik köyünde bir medrese açarak yörede önde gelen ailelerin çocuklarını okuttuğunu bildirir. Okuyanlar arasında, Yusuf Ağa’nın oğlu Mehmet Ağa, Mehmet Ali; kardeşinin çocukları Hasan Hayri, Ahmet Ramiz, Ali Niyazi ve amca çocukları Yusuf Cemil ve daha çok sayıda kişi vardır.
II. Abdülhamid’in Dersim Politikası ve Aşiret Mektebi
Nuri Dersimi, Abdülhamid’in, Dersim’in asimilasyonu ve yöreye Kuran’ın girmesiyle noktalanan pazarlıklı politikası konusunda da ilginç ipuçları verir. Birlikte izliyoruz:
“Pederim Mılla İbrahim, Ağzunik köyünde açtığı medresede, isimleri zikredilen aşiret reislerinin evlat ve efradının tahsillerine çaba göstermiş, ruhunda kaynayan milli emelleri bu gençlere telkin etmişti. Pederim Mılla İbrahim’in yetiştirmiş olduğu bu talebeler, Türk hükümdarlarından Sultan Hamid tarafından İstanbul’a götürülerek, dört yıl süreyle Yıldız Sarayı’nda eğitim gördükten sonra çeşitli Kürt illerine (yaver yüzbaşı) ve (vali yardımcılığı) görevleriyle ödüllendirilmişlerdir.
Sultan Hamid’in en çekindiği şey, Kürt aşiretlerinin herhangi bir yabancı teşvikiyle istiklal talebinde bulunmak üzere isyan etmeleri sorunuydu. Bunun için, Kürt aşiret reislerini İstanbul’a getirterek, Yıldız Sarayı yakınlarında özel bir dairede misafir ederek, hürmet ve muhabbetlerini kazanmak istemişti. Bu amaçla, Kürt aşiret reislerinin çocuklarına İstanbul- Beşiktaş’ta Aşiret Mektebi adı altında bir okul kurmuştu. 1895 yılında kurulmuş olan sözkonusu okula 4 ve 6. Ordular bölgesinde bulunan aşiret reislerinin 10-15 yaşlarında olan çocukları getirildi. Ve dört yıl süreyle bir eğitim yaptırıldıktan sonra herbiri (Yaver-i Fahri, Hazret-i Şehriyari) unvanıyla kendi bölgelerine gönderilerek, reislerinin memnuniyetleri sağlanırdı. Ve bunlar, kendi çevrelerinde Padişah’dan gördükleri iltifat ve yardımları aktarır ve aşiretlerin Padişah’a olan bağlılıklarını sağlamaya yardımcı sayılırlardı.” (Bkz. N. Dersimi: Hatıratım, Yay. Haz: M. Bayrak, Özge yay. Ank. 1992,s. 20).
Nuri Dersimi’nin, burada kısaca değindiği politikanın gerçekten ilginç temelleri vardı ve bu politika ilginç sonuçlar verdi. Bu politikanın, Dersim Aleviliğinde bir yozlaşmanın başlangıcı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Kendisinin bizzat Sünni Kürtlerden oluşturduğu Hamidiye/ Aşiret Alayları politikası kendi açısından amacına ulaşmıştır. Bu Alaylar, bölgedeki muhalif unsurlara karşı kullanıldığı gibi; Alevi ve Sünni Kürtler arasında da tam bir yarılmaya ve güvensizliğe yol açmıştır. Paşa’lık unvanı verilen ve hediyelere boğulan kimi cahil aşiret reislerinin, Alevi aşiretleri üzerinde kurmaya çalıştığı egemenlik bu unsurları rahatsız etmiştir. Bu durumdan rahatsız olan kimi Alevi Kürt önderleri, Saray’a başvururak rahatsızlığını dile getirir. Bunu fırsat bilen Abdülhamid, Hamidiye Alayları örneğinde olduğu gibi, yine bir taşla birkaç kuş vurmak amacındadır. Bazı Kızılbaş gruplarının, kendi kimliklerini ve toplumsal rollerini yeniden tanımlama doğrultusundaki girişimleri Saray’ı rahatsız etmektedir.
Bu nedenle, Abdülhamid, Hamidiye Alayları karşısındaki rahatsızlığını dile getiren Dersim bölgesi Alevi önderlerine, bir karşı öneriyle gider. Bu aşiretlerin önde gelen ailelerinin çocukları, İstanbul’da açılan Aşiret Mektebi’nde okuyarak subay yetiştirilecek, ancak bunun karşılığında “halkı irşad etmek” amacıyla ilgili bölgelere Hanefi din adamları gönderilecektir… Sözde, Hıristiyan misyonerlerin çalışmalarına karşı çıkan Abdülhamid’in yaptığı, tam da Alevileri Sünnileştirme doğrultusunda bir misyonerlik faaliyetidir.
Konunun uzmanlarından İsviçreli bilimadamı Hans-Lukas Kieser, Abdülhamid’in bu yeni politikasını şöyle özetliyor: “Abdülhamid, 1880’lerde İmparatorluğun bölünme tehlikesine karşılık İslamî birlik stratejisini kullanmaya başladı. Onun bu politikası, özellikle Doğu vilayetleri için geçerliydi.(…) Abdülhamid, başta Aleviler olmak üzere diğer İslam içi aykırı toplulukları ( zidiler gibi) Sünnileştirmek amacını güdüyordu. Sünni Kürtlere Hamidiye isimli ayrıcalıklı süvari birlikleri vererek, onları yeniden kendisine bağlamayı başardı. Abdülhamid, aşiret ağalarının çocukları için seçkin okullar (Aşiret Mektebi) kurdu ve kendi politikası doğrultusunda taşralı Müslümanları seferber etmek için buralara kendi Hanefi misyonerlerini atadı.” (bkz. H. Kieser: Osmanlı Anadolusu’nda Aleviler İle Misyonerler Arasındaki Etkileşimler, Munzur der. Sayı: 13/2003,s. 9)
Sonuç olarak; Abdülhamid, gerek Hamidiye Alayları gerekse Sünnileştirme politikası dolayısıyla Doğu Alevileri’ne ve özellikle Dersim Aleviliğine ağır darbeler vuran bir Padişah olarak misyonunu tamamlarken; din adamlarını bırakamadıysa da ‘Kur’an’ı yöreye hediye olarak bıraktı!.. İşte, kimi pirlerin/ dedelerin sımsıkı sarıldıkları Kur’an’ın bölgeye girişinin 100-110 yıllık ilginç tarihi…